Hayat Bazen Tatlıdır

             
               IWC Aktivite Grupları'ndan Bazıları

Zeki Müren'in şarkısında dediği gibi hayat bazen tatlıdır. Ama bugünün benim için pek tatlı başladığını söyleyemem. Planım IWC(Uluslararası Kadınlar Derneği)'nin aktivite grupları tanıtım toplantısına katılmak. Bu sefer ki adres: Metro Universitet, Glav UpDK Culturel Center, Ofala Palme Ulitsa d:5 Korpus 2. Haritadan görüldüğü üzere metrodan sonra öyle yürünecek gibi olmadığından gidip otobüs durağında bekliyorum. Dolmuşlar da yanaşıyor buraya. Ama hiç birinin üzerinde gideceğim caddenin ismine rastlayamıyorum. Yardım almam kaçınılmaz oluyor ve yine şansım yaver gidiyor. Bir bayana soruyorum, beni bir dolmuşa yönlendiriyor ve indirmesi için bunu şoföre söylememi istiyor. Bre bayan zaten onu sorabilsem senin kumral kaşına mı geldim de sana sordum. Tabi nazik bir şekilde bunu şoföre onun söylemesini rica ediyorum. Neyse şoföre yakın bir yerde oturup gittiği yolu çıkardığım plandan kontrol ediyorum. Hay Allah niye şimdi sağa döndü ki. Düz gitmesi, ikinci caddeden sağa dönmesi gerekiyordu. Dönüşte biri inerken ben de iniyorum hemen az gidip, uz gidip bulurum ümidiyle. İnince birden kornalar çalmaya başladı. Kafayı bir çevirdim ki bütün dolmuş seferber olmuş dikkatimi çekmek için. Hepsi birden gel gel işareti yapıyor. Bu kadar adam bir olmuş gel diye tezahurat yapıyorsa geri çevirmek olmaz deyip atlıyorum tekrar dolmuşa. Şoför de nasıl iyi. Adamcağız nasıl anlatacağını bilemiyor ve bildiği bütün yabancı kelimeleri sıradan sayıyor. Thank you, I am sorry, Aufwiedersehen( almanca da allahaısmarladık) Hello...
Yolculardan biri de bana durmadan "Say(söyle), Say(söyle)" diyor. Söyleyim ama ne söyleyim sanki anlayacak. Dolmuşta da herkes ne kadar sahiplendi gideceğim yere beni ulaştırmayı öyle! Neyse Allah'tan evrensel bir beden dili var da dolmuşta kalmam gerektiğini anlıyorum. Yardımsever şoför her yolcu inişinde bana az önce sıraladığım sözleri ısrarla saymaya devam ediyor. Sanırım seni unutmadım, rahat ol ve inmene daha var demek istiyor. Sonradan anlıyorum ki arkadan dolaşıp U çizerek yine aynı caddeye çıkıyormuş. Sağ olasın şoför kardeş. İstediğim caddenin başında indiriyor beni. İndikten sonra dönüp el sallıyorum. Adamcağız da beni adrese ulaştırmanın rahatlığı ile karşılık veriyor. Caddeye geldim ama ne olacak ki yürü babam yürü soğukta. Soğuk bir yandan, doğru sokakta olmama rağmen binayı bulamamam diğer yandan canım epey sıkılıyor. Tadım kaçıyor. Bakmadığım tek yer olan iki apartman arasından geçilen bir aralıktan sonra vardığım avludaki binalara bakarken, halimden anlamış olacak sanırım, bir hanım (adresi biliyor çok şükür) yanıma geliyor ve IWC'nin toplantısına gidip gitmediğimi soruyor. Beraberce binaya giriyoruz. Bu hanım iki yemek arasında ağız tadını nötürleştirmek için yenen limon sorbe gibi geliyor bana. İşte o dakikalarda darlanmamı biraz olsun atıp hayatın tatlandığını hissetmeye başlıyorum. İçeride aktivite gruplarının standları sıra sıra dizilmiş. Allahhhh tutmayın beni. Aktivite geliyorum demez, gelir burada. Sıradan başlıyorum. İlk kaydolduğum aktivite yoga oluyor. Alman konsolosluğu ev sahipliği yapıyor derslere. Hemen yanındaki stantta benim için ve sanırım sizler için de yeni olan bir spor ile tanışıyorum. "Bones For Life". Türkçesinin tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama yaşam için kemikler olarak çevrilebilir düz mantıkla. Çok ilginç resimler de var standta. 7 metre uzunluğundaki bir kumaş vücuda sarılıp (üstteki slayt gösterisinde resmini görebilirsiniz) yapılıyor. Detayları dersler başladığında aktarıp bu sporu size tanıtacağım. Bu arada bu kurs Amerikalı bir bayan tarafında veriliyor. Haftada bir kez ve ücretsiz. Bir diğer stand Mimari Yürüyüş Grubunun. Moskova'ya geldikten sonra mimari sitiller oldukça ilgimi çekmeye başladı. Mesela Dolmabahçe Sarayı'nın giriş kapısının Barok ve Rokoko motiflerinden oluştuğunu Moskova'ya geldikten sonra öğrendim. Bu nedenle mimari yürüyüş sınıfı, mimari sitiller hakkında bilgi sahibi olmam için iyi bir fırsat. Standların tümünü dolaşıp slayttaki aktiviteler arasından ilgilendiklerime kayıt yaptırdıktan sonra sosyal kelebek modunda büfe kısmına geçiyorum. Burada beni binaya getiren bayanla karşılaşıp Peru'lu olduğunu öğreniyorum. O da Türkiye'ye gelmiş. O da diyorum çünkü IWC'de tanıştığım hanımların büyük çoğunluğu Türkiye'ye gelmiş. İlk başlarda birinin Türkiye'ye geldiğini duyunca " oooooo süper, çok sevindim. " deyip heyecenlanıyor, seviniyordum. Ama artık öyle oooo deyip fazla bir tepki vermiyorum. Herkes gelmiş Türkiye'ye. Tepki vermememin bir diğer sebebi başta sanki gittikleri üç beş ülkeden biri gibi geliyordu Türkiye. Belki o yüzden o kadar seviniyordum. Ama onlarla konuştukça anlıyorum ki her sene belki iki ya da daha fazla, farklı ülkeye gittikleri için bunlardan biri de doğal olarak Türkiye oluyor. Bizim 4 günlük tatillerde Abant'a gidişimiz gibi yurtdışına gidiyorlar(bizim insanımız için yurt dışına çıkmak bu kadar zorken onlar için çok kolay olması, içimden devlet büyüklerimize sevgilerimi iletmeme neden oluyor). İçilen kahveler eşliğinde yeni arkadaşlıklar kuruyor ve daha önce kurulanları pekiştiriyorum. Bunlardan biri de Rusya'yı keşfet sınıfından Alicia. Alicia (Polonyalı) çıkışta bizi  davet ediyor ve on kişi evine misafir oluyoruz. Oldukça misafirperver. Herkesi rahat ettirmek için elinden geleni yapıyor. Her zaman övündüğümüz Türk misafirperverliğinden hiç aşağı kalır değil evsahibeliği. Bu arada iki Türk, iki Meksikalı, iki Rus, bir Amerikalı, bir İngiliz, bir Polonyalı ve bir de Danimarkalı var aramızda. (sanki bir temel fıkrası anlatmaya başlamış gibi hissettim kendimi).
Farklı kültürlerden birbirini çok iyi tanımayan insanların bir araya gelmesinden mi yoksa yabancı kültüründen mi ya da gelenlerin ilgi alanlarından mıdır bilmem sohpet bizim kadın toplantılarından epey farklı. Size şunu söylersem sanırım tam olarak ne demek istediğimi anlayacaksınız.
 Amerikalı bir bayan ki o benim tarafımdan çok sevildi, bir şeyler anlatıyor. Özellikle anadili İngilizce olan kişiler konuşurken bazen her söylediklerini anlayamayabiliyorum. İşte öyle bir şey oldu. Hanım birşeyler anlatıyor. Başını kaçırıp neden onu anlatmaya başladığını anlayamıyorum doğrusu ama sonra bir bakıyorum ki Topoloji'deki(benim gibi bir çok matematik öğrencisinin en çok canını yakan ders) Mobius Şeridini anlatıyor. Nasıl yani diyorum içimden. Mobius bir şeridin bir ucunun 180 derece çevrilip iki ucun birleştirilmesi ile oluşuyor. Aslında iki yüzeyi olan bir şerit bu şekilde form aldığında tek yüzeye dönüşüyor. Yani herhangi bir yere koyulan bir karınca, yüzey boyunca gezisini tamamladığında bütün yüzeyleri dolaşmış ve başlangıç noktasına gelmiş oluyor ya da başka bir anlatımla bu kağıdı herhangi bir yerinden çizmeye başlarsanız ve yüzey boyunca çizmeye devam ederseniz başlangıç noktasına gelmiş olursunuz. Bazı bilim adamları elektronların hareketlerinin Mobius şeridine benzediğine inanıyor ve evrende bizim görebildiğimizden daha fazla madde olduğuna inanıyor. Zaman makinesi yapımı mantığı da Mobius şeridi mantığına dayanıyor. Buradaki asıl mesele bizim hanımlar sohpetimizin içeriği. Hanım metafizik görüşlerini açıklarken Mobius şeridinden faydalanıyor. Hay Allah razı olsun senden Mustafa Çiçek (A.Ü.F.F'deki topoloji profesörümüz). Sayende sohbetten geri kalmıyor ve öğretilerinden faydalanıp bir örnek de ben veriyorum. Bu hanım gerçekten süper. Daha sonra da biyoenerji gibi adını onun da tam olarak bilmediği bir şeyden bahsediyor. Bir kere Reiki yaptırıp tesadüf müdür bilmem bayılmalarım geçtiğinden anlattığı şeye ilgi duyuyor ve göstermesini istiyorum. Alicia'nın salonunun ortasında yere yatıyorum. Aklıma ben on dört yaşındayken yeni taşındığımız evimizdeki yan komşumuzun kızı Gonca geliyor. Hala arkadaşım olan Gonca benden bir yaş küçüktü ve bizim üç kız olmamız sanırım ilgisini çekiyordu. Her akşam elinde tarih kitabı bize gelir, Tekvando kursunda öğrendiği pumseleri odanın ortasında zıplayarak gösterirdi. Bu ilginç, enerjik ve canayakın yeni komşumuz gibi bende ilk kez gittiğim evde önce Amerikan kovboylarının dansını öğrenip, bir parça horon gösterip sonra da salonun ortasında boylu boyunca uzanınca kendimi canım Goncacığıma benzetiyorum. Derken hanımın telkinleri başlıyor. Gözlerini kapat, gevşe, başını rahat bırak.... Belki on dakika sürüyor. Serbest başımı iki elinin arasına alıp değişik şekillerde ve yönlerde hareket ettiriyor. Bazı sesler çıkarmamı istiyor. Elini vucüdumun üstünde gezdiriyor. Napıyor tam olarak bilmiyorum ama gerçekten işe yarıyor. Kendimi müthiş gevşemiş, rahatlamış hissediyorum. Ne olurdu orada öylece yatıp kalsam elim kolum gevşemişken. Tamam Ayşe, hayki kalk telkinlerim ile kalkıyor, akşam eşime de denemek için yaptıklarını kafama yazmaya çalışıyorum. Yaklaşık üç saatlik bu güzel sohpet sonrasında sıcak yuvamızın yolunu tutmuşken cebimde akşama eşime anlatacağım epey hikaye, bir dans ve bir de egzersizle hayatın tatlı olduğu günlerden birini yaşadığımı hissediyorum.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

çok güzel bir yazı:))
ah ne güzelmiş bu eski günler..
şimdi artık pumseleri unutmuş olmsam da..

Nesibe dedi ki...

Kulakların çınlasın Gonca....