Haydi Bre Dzerzhinsky'ye

Thanks To Phoebe Taplin For This Trip

Ayşe'nin 2010-2011 Sonbahar-Kış Gezi Sezonunun açıldığını duyurur, ilginenenlere hayırlı uğurlu olsun dileklerimi iletirim efendim :)))
Şaka bir yana yazın gelmesiyle hem Phoebe Taplin'in hem de Moskova Uluslararası Kadınlar Derneği'nin organizasyonlarına ara verilmişti. Nihayet sonbahar geldi ve her ikisi de faaliyetlerine yeniden başlıyor ve dolayısıyla ben de kendimi tekrar  vuruyorum yollara. Yeni sezondaki gezilerimizin ilki Marmaris'in kardeş şehri, Moskova'nın  27 km güney doğusunda ve geniş kahverengi çemberin dışında bulunan Dzerzhinsky'ye (Дзержи́нский). Burası Moskova ve çevresinde gördüğüm yerler içinde Marmaris'e kardeş olabilecek en uygun şehir kanaatimce. Sanırım aşağıdaki resimleri görünce siz de bana hak vereceksiniz. Evet kardeş şehre varmak için buluşma yerimiz Kuzminki Metro durağı. Buradan Dzerzhinsky'ye giden çeşitli otobüsler var. Bunların numaraları 470, 904, 347, 595. Otobüs bilet ücreti 50 R (yaklaşık 2,5 L)



Otobüs durağı metronun Mc Donalds'çıkışı tarafındaki bu anıtın sol tarafında. Biz aşağıda resmini gördüğünüz 904 numaralı otobüse biniyoruz ve hemen kalkıyor. Otobüsün bizden başka bir yolcusu var, yani neredeyse bomboş.



Yol üzerinde Moskova'nın bir çok yerinde görmeye alıştığımız su boruları ile sık sık karşılaşıyoruz.
Yaklaşık yarım saat süren otobüs yolculuğumuzun ardından artık Dzerzhinsky'deyiz. Gezimize  orman içi yürüyüşle (ormana aşağıda gördüğünüz binanın solundan yürüyerek ulaşıyoruz) başlıyoruz.


Burası liderimiz için de bir keşif konusu. Bu nedenle rotamiz kesin değil. Amaç sol tarafta bulunan göle ulaşmak. Bunun için yol ayrımlarında genellikle soldakini tercih ediyoruz. Belki de bu şekilde yolu biraz uzatmışışızdır ama bunu dert etmiyoruz. Amacımız doğa içi yürüyüş değil mi ki! Ayrıca işte bana macera daha ne isterim ki!

Ne güzel bir fotoğraf öyle değil mi! Ben nedense bundan çok etkilendim. Aslında ortamda bunu hissettiğim için bu resmi çektim. Hani tablo gibi manzara denir ya bu ona örnek olacak nitelikte, belki de ondan...


Bir sonraki sefer yolu nasıl bulacağımız aramızda espri konusu oluyor . Umarım dönmek için referans olarak aldığımız bu çöp kutusunun yerini değiştiren olmaz :)


Oleyyy ağaçların arkasında göl karşımızda. Aslında denizcilerin kullandığı deyimin kara versiyonu şu andaki duyguma çok müsait. Göl göründüüüüü!!!



Gölün suyu, Moskova'da gördüklerimin en temizi. Burası suyun temizliği açısından Moskova çevresinde yüzülebilecek belki de en uygun yer.


Aşağıdaki resme dikkatle bakarsanız bu sessiz ortamın keyfini çıkarıp manzarayı resmeden ressamı görürsünüz. Bu fotoğraf da bugün çektiklerim arasında en çok sevdiğim ikinci fotoğraf oluyor.



Burada neredeyse dağ taş kum. Bu durumun böyle olması bizi dağ tepe tırmanırken biraz huzursuz ediyor doğrusu. Aman dikkat yamaçtan yürümeyin!!!



İşte yürüyüşün en maceralı kısmı tam da bu noktada gerçekleşiyor. Resimde derinlik, diklik pek hissedilmiyor ama tırmanarak geldiğimiz bu noktayı aşmak için ya kütüğün altında sürünmek ya da üzerine tırmanıp öyle geçmek gerekiyor. Aslında bu söylediğim İstanbul trekleri için hafif kalıyor ama genellikle düz olan Moskova için gerçek bir macera oluyor. 



"Burası gerçekten Moskova'mı ?" diyorum  resimleri sayfaya eklerken. Gölün suyunun rengi bana böyle hissetiren şeylerden biri...



Bu arada yürüyüşteki ilk hedefimiz aşağıdaki resimde görülen ta uzaktaki kırmızı kilise. Çok uzak duruyor değil mi! Az laf çok tempo 1,2; 1,2 :)))





Toprak kumlu olunca doğal olarak toprak kayması çok fazla olmuş burada. Yürüyüşümüzü heyecanlı yapan şeylerden biri de bu oluyor doğal olarak.






Fotoğrafların Moskova'ya ait olmadığını hissettiren bir diğer unsur da bu kumlar.


İşte nihayet taa karşılardan küçücük gördüğümüz kiliseye ulaşıyoruz. Sol tarafta gördüğünüz kırmızı kemerli yapı, semtin pazarı. Pazarı şöyle bir dolaşıyor, elim boş çıkmıyor, küçük bir parça balkabağı alıyorum.Ve öğreniyorum ki bizim daha çok tatlı yaptığımız kabağının, İngilizler ise sarımsaklı yemeğini yapıyormuş.

 


Burası da Dzerzhinsky'nin meydanı.



Nasıl ilginç bir heykel bu böyle. Acaba ne anlatılmak isteniyor. Hristiyanlığın yükü altında ezilen bir kimseyi betimlemiyordur eminim. Bir de anlasam şu heykelleri, resimleri yorumlama işinden!


Meydanı geçip devam ettiğimizde aşağıda girişini gördüğünüz parka varıyoruz. Amacımız bu parkı geçip Aziz Nikola Manastırı'na (St Nicholas Monastery- Николо-Угрешского монастыря ) ulaşmak.



Parkın içinde aşıklar için bir bank ve bir de Moskova'nın çeşitli yerlerinde rastladığım aşklarının daim kalması için kilit takıp anahtarını nehire attıkları kilit ağacı var. Oturduğum için farkedilmiyor ama bankın da bir özelliği var. Oturma yeri aşıkları yakınlaştırmak için olsa gerek iki taraftan ortaya doğru eğimli.




Artık Aziz Nikola Manastırı'ndayız(Nikolo-Ugreshsky Monastery, Николо-Угрешский монастырь). Manastır, Çar Alexis ve Patrik Nikon tarafından inşa ettrildiği 17.yy'dan beri Rusya'nın en önemli zenginliklerinden biri olmuş ve şehirleşme manastır çevresinde gerçekleşmiş. 19.yy ise Aziz Pimen denetiminde oldukça genişletilmiş. Manastırdaki yeni yapılan kiliselerden biri de bu kişiye adanmış.



Manastırın bahçesin de bir de gölet var ki o gölette ne var onu hiç sormayın. Ne olduğunu sabredin ve bir kaç fotoğraf aşağıda kendi gözlerinizle görün.



Manastır bahçesinde bir çok hayvan barındırılıyor. Bunlardan en ilginci değil görmek varlığından bile haberdar olmadığım siyah kuğular. Siyahında da ayrı bir zarafet var. Ne dersiniz?


Sakin, barışçıl manastırda her şeyin yolunda gitmesi aşağıdaki hayvanı görene kadar sürüyor. Hayvan diyorum çünkü adını bilmiyorum. Bilen var mı? Artık kunduz mudur nedir adı herneyse fotoğrafta siz onun fare gibi durduğuna bakmayın. Kediden büyük!!! İşin enterasan tarafı onun öyle göletin kenarında ıslak ıslak ortada durması. Hiç çıkıp bahçede ortalıkta gezmez mi bu hayvan!  Ayrıca burada yanlız yaşamıyordur soyu sopuda vardır elbet!  Millet besliyo. Bir ben miyim tırsak o da ayrı handikap. Fare kadar çevik mi çok merak ediyorum. Aman boşver kalsın vazgeçtim, hiç merak etmiyorum. Tüm huzurum kaçıyor benim.


İlgimi faregillerden şu hayvandan çekip kulelerin mimarisine vermeye çalışıyorum.




Gölün çevresinden yürürken bir yandan da kilisenin fotoğraflarını alıyorum. Tam dikkatimi fotoğraflara vermişken birden gölün dibindeki ağaçların altından ok gibi bir şey fırlıyor. Allah hayvan ya da akrabaları sudan çıktı tam karşımda bana doğru geliyor. Yüksek perdeden bir kelime-i şahadet getiriyorum. Neden sonra onun kedi olduğunu farketsem de bana olan oluyor, sakinleşmem zaman alıyor.



En güvenli yer iç mekan deyip kiliseye giriyorum. Çok sakin. Bir tane fotoğraf alıyorum uyarırlarsa devam etmem deyip. Kimse bir şey demiyor ama eşşeğin kulağına da su kaçırmamaya çalışarak böyle görkemli bir kiliseyi görüntüleme fırsatı bulmuşken usul usul alıyorum fotoğrafları .

 



Daha önce Perulu bir arkadaşımın bana söylediği, kafamda merak uyandıran şeyi bir başka hristiyana da sorma ihtiyacı duyarak bu kiliseyi beraber gezdiğimiz İngiliz arkadaşıma konuyu açıyorum. Söylenen şey, tepedeki resmin haşa Allah'a ait olduğu. Din hakkında rahatça konuşabildiğimiz bu arkadaşıma bunun doğru olup olmadığını soruyorum ve çok net bir evet cevabı ile şaşkınlığım daha da artıyor. Ona Allah'ın insan mı olduğunu düşündüklerini soruyorum. Bu noktada cevabı tam anlamıyorum doğrusu. Zaten Hz.İsa onun babası gibi bir şey söylüyor. Sonra tekrar detaylı sorunca şöyle açıklıyor. Allah bazı sevgili kullarına, kutsal kişilere kendini insan suretinde gösteriyor ve onlar bunu resmediyorlar. Ben buna inanmadığımızı söylüyorum. Öğrendiğim bir diğer ilginç şey ise hristiyanların çocuklarına İsa, Meryem gibi isimleri çok ender olarak vermeleri oluyor. O örneğin İsa adında değil ama Meryem adında birini duymuş sadece. Ona nufüsün %99'unun müslüman olduğu ülkemizde bir çok kişinin adının İsa, Musa, Davut,  Meryem olduğunu söyleyince şaşırıyor. Aslında Hz.Meryem'i , Hz.İsa'yı ne çok sevdiğimizi bildiğimizden bu bizim açımızdan şaşırtıcı olmasa da dünyaya hristiyan düşmanı olarak gösterilen müslümanların bu isimleri alması, onlara için hayli ilginç geliyor.








İşte manastırdaki bir diğer sürpriz. Sen de nerden çıktın! Ey maşallah memelerine bu arada.







Bu da yukarıdaki küçük binalardan birinin içinde bulunan kutsal su çeşmesi. Bu suların kutsallığı nereden geliyor onu hiç öğrenemedim.





Manastır girişinde atıştırmalık bir şeyler satılıyor ama ben yiyemediğim için bunlardan cebimdeki fındık fıstığa talim ediyorum öğlen yemeğinde. Manastırdan çıkıp (yüzünüzün manastıra dönük olduğunu kabul edersek) sol taraftan yürüyüp kahverengi bitişik nizam binaların olduğu sokak boyunca ilerliyoruz.


İşte size komünist bir ülkede olduğunuzu hissettiren bir şey. Çiftçilerin ve işçilerin birliğini sembolize eden orak çekik heykeli!


Aynı sokakta yürürken aşağıdaki fotoğraftaki gibi bir çok koridor görüyoruz. Bunlardan birinde kapısı açık bir garaj gördüğümüzde buranın sanayi tipi bir yer olduğunu anlıyoruz.


Macera burada da devam ediyor bizim için. Orman içine sapıp patika bile denemeyecek yerlerden yürüyüp yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.



Nihayet yola varıyor ve sonra Moskova Nehri'ne ulaşıyoruz. Burada biraz mola verip nehir havası alıyor ve dönmeye hazırlanıyoruz.




Uzun bir yürüyüşün ardından gezimiz bitiyor ve biz de aklımızda güzel anılarla geldiğimiz otobüs durağından Kuzminki'ye yol alarak Dzerzhinsky'ye hoşçakal diyoruz.



Kaynaklar:
http://en.wikipedia.org/wiki/Ugreshi_Monastery


2 yorum:

Noni dedi ki...

Blogunuzu sevgili Haydins sayesinde keşfettim, Moskova'da yaşayan biri olarak çok mutlu oldum, bol fotoğraf ve bilgi verici bir yazı hazırlamışsınız ellerinize sağlık...
IWC ve Moskova Türk Kadınlar Organizasyonu ile ilgili fikrinizi almak isterim, haftaya Türk Organizasyona üye olacağım ve IWC'yi de düşünüyorum...
Sevgiler :)

Ayşe Gençer Memiş dedi ki...

IWC'nin 21 Ekim'de Mısır Büyükelçiliği'nde aylık genel toplantı var. Oraya ya da IWC'nin web sayfasında belirtilen kahve toplanılarından birine giderek üye olabilirsiniz.
IWC Moskova'da hayatınıza yeni renkler katacaktır diye düşünüyorum.

Sevgiler