Midilli Merkez'deyiz. Müsterih olun, Midilli'yi kağıt üstünde kaybetmiş olabiliriz ama adanın tadını çıkarmak hâlâ bize kalmış. Pasaport kontrolüden geçmiş olmasak kulağımıza gelen Türkçe konuşmalarla neredeyse “Cunda’ya mı geldik, Büyükada’ya mı?” diyeceğiz. İşte buradan anlayın: metrekareye düşen Türk nüfusu ne kadar fazla! Adada anlık Türk nüfusu, Yunan nüfusunu geçmiş desem teşbihte hata olur ama yine de durum “Biz mi onlara geldik, onlar mı bize?” diye düşündürüp gülümsetiyor. Sözün özü, kendinizi burada gurbette hissetmeniz zor.
Ayvalık’tan arabalı vapur ile mis gibi deniz havası ve klimalı oturma salonuyla fora deyip Midilli’nin merkezi Mitilini’ye varıyoruz. Burası feribotların varış noktası, adaya ilk ve son adımı attığımız yer yani. Geliş ve gidiş prosedürlerini ayrı bir yazı ile paylaşacağım.
Bizim Midilli'nin adı yerel dilde "Levros" diye geçiyor. Merkezi ise Μυτιλήνη (Mytilíni) yani Mitilini. Ada, sırasıyla Antik Yunan, Pers, Roma, Bizans, Ceneviz, Osmanlı ve modern Yunanistan gibi birçok medeniyetin egemenliğinde yönetilmiş. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'dan sonra eli değmişken buraları da fethetmiş ve ada, 1912’de Yunanistan toprağı olana kadar 450 yıl boyunca Osmanlı’nın bir eyaleti olmuş. Fetihten sonra yerleştirilen yeniçeriler ve göç ettirilen Anadolu halkyla adada Müslüman nüfusu oluşturulmuş. 16. yy. boyunca ada nüfusunun yaklaşık %40 ı müslümanken, 20. yüzyıl başlarında bu oran %15'e düşmüş. 1912’den sonra mübadele döneminde Türklerinin %60 ı Anadolu’ya geçmiş. Yunan işgali sırasında Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem ( Bolayır) Bey ada valisiymiş ve Yunanlılar tarafından esir alınmış. Yunan ordusunun 1922 yılında Anadolu'da bozguna uğratılmasının sonrasında yaklaşık elli bin Anadolu Rum’u kaçarak Midilli’ye sığınmış. Ekim 1923'deyse mübadele anlaşması gereği 1400 kişilik bir Müslüman kafilesi Ayvalık’a gitmiş. Gelen müslüman halk çoğunlukla Ayvalık ve Edremit’te, terk edilen Rumlara ait evlere yerleştirilmişler.
Adada Müslümanlar sadece büyük şehirlerde değil, kırsal kesimde de ikamet etmişler. Çoğunlukla Midilli ( Mitilini) , Molova ( Molivos) , ve Kalonya ( Kaloni) gibi yerlerde yaşasalar da, Sığrı( Sigri), Balçık ( Baltsika), Sarlıca ( Thermi), Filye, Çömlekköy ( Skalohori), Petre ( Petra), Mandemande ( Madamados), Pilimer ( Plomari) , Kumi, Keramya, Kapi, İskimye ( Skamia) gibi daha küçük yerleşimlerde de değişik oranlarda Türk nüfusü varmış. Adanın geçim kaynağı başta zeytincilik, sabunculuk, üzümcülük, palamut meşesi ticareti ve balıkçılıkmış. Ada halkının Edremit ve Dikili’de de tarlaları, zeytinlikleri varmış. Midilli’nin Anadolu kıyılarına uzaklığı 8-12 km. civarında olduğu düşünülürse bu anlaşılır bir durum.
Bosna-Hersek’e gittiğimde, Osmanlı’nın izlerinin hâlâ canlı olduğunu ve gözle görülür biçimde korunduğunu fark etmiştim. Midilli’ninse bu kadar yıl Osmanlı egemenliğinde kalmasına rağmen izlerin sınırlı olması beni şaşırttı. Bosna da fethedildiğinde halk, Midilli halkı gibi müslüman değilmiş. Bosna halkının mevcut inanışları müslümanlığa yatkın olduğundan müslümanlığa geçişleri zor olmamış. Bizans'a ailt olan Midilli Osmanlı tarafından alındığında halk güçlü Yunan Ortodoks Kilise'sine bağlıymış. Halk müslüman olmaya zorlanmadığından kendi dinlerinde yaşamaya devam etmişler. Netice olarak adada müslüman nüfus kalmadığından bu yapılar korunmamış ve sürdürülebilir olmamış. Adada gördüğümüz büyük bir cami olan Yeni Cami'de bu düşünceyi destekler nitelikte, harabe durumunda. Bosna Hersek'de müslüman nüfus yaşamaya devam ettiğinden bu yapılar bugüne kadar gelmiş. Biraz da dedikodu yaparsak belki de adanın bir dönem bize ait olduğunu hatırlamak istemedikleri için Osmanlı'nın izleri korumadılar. Tabi elbette bir varsayım.
Biz fark edemesek de Midilli adasında, bir kısmı restore edilerek yeni işlev kazandırılmış, bir kısmı da restorasyon bekleyen Osmanlı dönemi yapısı varmış. Araştırıp görmek isteyenler için bunlar arasında Valide Cami, Vigla Cami, Yeni Cami, Çınar Cami, Yalı Cami, Kule ( Kale) cami, Midilli Kalesi ve içindeki Medrese, Çarşı Hamamı, İdadiye Binası ( bugün Adliye Sarayı), Şakir Bey Çeşmesi, Cezayirli Hasan Paşa Çeşmesi, Kulaksızoğulları Konağı sayılabilirmiş. Ayrıca adada yaygın olan Bektaşi, Mevlevi ve Kadiri tarikatlarından kalma, Sarı Baba Tekkesi, Anemomilo (Yel Değirmeni) Tekkesi, Mevlevi Tekkesi, Kadiri Tekkesi, Ay Grigor ( Abdül bin Hasan) Tekkesi gibi ibadethanelerden günümüze kalan hemen yok gibiymiş.
Bu eserler turistik bir öğe olarak parlatılmış ya da tanıtılmış olmadıklarından gizlenmiş gibiler, belki de yoklar bilemiyorum. Turistik öğelerin yerleştirildiği haritalarda yer almıyorlar, tabelalarda da rastalamadım. Bazı yapıların depo veya başka amaçlarla kullandığını, kimisinin restorasyon eksikliği nedeniyle harabe hâlinde olmasından ya da Yunan mimarisiyle karışmış oldukları için ilk bakışta Osmanlı yapısı gibi görünmediklerine dair yazılar okudum.
Örneğin bu bina Midilli İdadi'si, şimdilerde adliye olarak kullanılıyormuş. Adliyenin resmi sayfasından aldığım fotoğraf ve altındaki yazı şöyle:
"Midilli Köşkü'nde bulunan ve 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı lisesi olarak kullanılan, günümüzde ise Midilli Adliyesi olarak kullanılan simgesel yapı.
İlk indahiye (Batı tarzı lise) 1875 yılında İstanbul'da kuruldu. Müfredat, klasik İslam bilgisine dayanıyordu ve Latin, Fransız ve Avrupa coğrafyası gibi Batı kültürünün sınırlı bir şekilde öğretilmesiyle hem dini hem de Osmanlı idari kurumları tarafından ikincil bir eğitim sağlanması amaçlanıyor. Modern bir eğitimin gerçek ihtiyaçları ve Rum Ortodoks okullarıyla uyumlaştırılması, din öğretiminin ötesinde derslerin gözden geçirilmesini gerektirdi ve böylece müfredat kozmografya, Osmanlı coğrafyası, ekonomi, geometri, tarım bilimi vb. gibi konularla zenginleştirildi. Arapça ve Farsça'ya ek olarak artık Fransızca ve Yunanca da öğretiliyordu.
Midilli'deki Osmanlı okulları hakkında bilgi, Midilli'deki Fransız konsolos yardımcısı Ch. Roboly'nin 1854-1858 yılları arasındaki beş yıllık raporunda verilmektedir. Raporda şöyle denmektedir: "Müslümanların eğitimi son derece sınırlıdır ve bin kişiye sadece 40 okuryazar düşmektedir. Adada imamlar tarafından işletilen 20 okul bulunmaktadır. Bu okullara her iki cinsiyetten çocuklar küçük bir ücret karşılığında katılmakta ve Kuran'dan ayetler öğretilmektedir."
Yüksek öğrenim için az sayıda öğrencinin (5-6 kişi) eğitim gördüğü iki medrese bulunmaktadır.”… Sonuç olarak, konsolos yardımcısı “eğitim tamamen dinidir ve tarih, coğrafya ve aritmetik gibi temel bilimleri içermez” der. Ancak, 19. yüzyılın son yirmi yılında, hem Midilli'de hem de köylerde kız ve erkek çocukları için okulların açılmasıyla eğitimde köklü bir değişim başladı. 1881'de Midilli şehrinde üç Osmanlı okulu vardı, biri hükümet tarafından işletiliyordu ve erkekler için iki hazırlık okulu ve Osmanlı toplumu tarafından işletilen bir kız okulu vardı. 1888'de Midilli'de 13 erkek okulu ve 3 kız okulu vardı. 1891'de Osmanlı lisesi (indantié) faaliyete geçti ve aynı yıl yeni lisenin inşaatı başladı ve 19-8-1896'da muhteşem bir binada açılışı yapıldı. Midilli Valisi (Mutesafir) Mehmet Fahri Bey'in (1885-1890) bugünkü Adliye Sarayı'dır.
Bina hükümete 8.000 pounda mal oldu ve mimarı Dimitris Meimaris'ti. Bodrum katında fizik laboratuvarı ve bir restoran, zemin katta yedi oda, "hieron", müdür ve öğretmenlerin ofisi ve birinci katta yatılı öğrenciler için yatakhaneler vardı. Faaliyete geçtiğinde 70 öğrencisi, 6 öğretmeni vardı ve eğitim süresi beş yıldı. 1897'de 130 öğrencisi vardı, bunlardan 4'ü Rum, yatılı öğrenciler ise 28'di. Öğretmen kadrosu 11 kişiydi. 1907'de yatılı okulda 3 ilkokul sınıfı (7) ve 6 ortaokul sınıfı vardı ve müfredatta Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca ve Yunanca öğretiliyordu.
Yüksek öğrenim Midilli medreseleri tarafından sağlanıyordu. Lisenin müdürleri olarak şunlar zikredilmektedir: Hamit Bey (1 yıl), Ziya Bey, Saip Bey, Ruzi Efendi, Mehmet Tefik Bey (6 yıl, aslen Midillili). Öğretmen kadrosunun maaşı yılda 800-1000 lira arasındaydı. Binanın mimarisi, Osmanlı Hükümeti'nin taşradaki kamu binalarında kullandığı "neoklasik oryantal üslup"tur. İnşasında, mevcut stadyumun bulunduğu yerde bulunan antik binadan parçalar kullanılmıştır. Kitabeler ve yazılı heykel kaideleri, Etiyopya Artemis'ine ait bir Roma tapınağının varlığı hipotezini doğurmuştur. Bina 2000 yılında restore edilmiştir."
Yazının orjinaline Midilli Adliyesi sayfasından buradan ulaşabilirsiniz.
Adliyenin bulunduğu caddenin adı olan Mikras Asias (Μικράς Ασίας) “Küçük Asya” anlamına geliyormuş ve bu isim caddeye Anadolu’dan göç edenlerin anısına verilmiş.
Şimdi tarihi bir yana koyup haydi gelin beraberce Mitilini sokaklarını arşınlayalım. Buradaki altıncı ve son günümüz. Yani anlayacağınız artık adalı olduk sayılır, iyie alıştık. Yalnız hava bize unutulmaz bir veda hazırlamış, inanılmaz sıcak. Sokakta dolaşmanın oldukça zorlayıcı olduğu bir gün. Bu nedenle biraz gezip biraz bir mekanda oturuyoruz Bir şey yiyecek içecek durum kalmadığında da klimalı marketlere girip bir iki tur dönüp beden ısısını biraz düşürüyoruz. Bu şartlarda fotoğraf çekmeye bile hal bulamadığımı söyleyebilirim.
Midilli merkezi gezmekten çok memnun oldum. Kıbrıs'a gittiğimde terk edilmiş bir şehir olan Kapalı Maraş'ı gezerken oranın canlı halini görmeyi çok arzulamıştım. Burada gezerken bir nebze de olsa oranın canlı halini görmüş gibi oldum. Bu çok güzel bir deneyimdi.

Dört gün kaldığımız kuzey bölgesinde market göremedik. Daha çok içecek alınabilen bakkalımsı dükkanlar vardı . Mitilini de ise markete doyduk diyebiliriz. Adanın büyük marketleri bu bölgedeymiş meğer. Diğer bölgelere gidecekler market alışverişi yapacaksa feribottan inince burada yapmasını tavsiye ederim.
Merkezde yürürken görmeyi planladığımız yapılar karşımıza çıkıyor. Çok büyük bir alan olmadığı için bulmak zor olmuyor. Tıpkı bu kilise gibi. Kapalı olduğundan içini göremiyoruz ama dışını görmek de estetik duygumuzu okşuyor.







Hiç yorum yok:
Yorum Gönder