Otelimizden çıkıp kendimizi yine harika manzalarla dolu kıvrım kıvrım dağ yollarına vuruyoruz. Yolun sunduğu sürprizler tatilde insanın başına gelecek en güzel şey oluyor, tıpkı bu küçük çay bahçesi gibi. Muhteşem manzaraya hakim yükseklikte, yeşillerle çevrilmiş bu mutevazi çay bahçesinde bir içeçek molası verip harika fotoğraflar aldıktan sonra yola devam ediyoruz.
İstikamet Mantamados Köyü, Taksiarhis Manastırı ve Skala...
Ayna grubunun Akdeniz şarkısını içimde çaldıran manzaralar... Ara ara arabayı kenara çekip güzel manzaları görüp geçmeyip hissediyoruz. Birinde 10 dakika sessizlik molası verdik. O anların değeri gerçekten paha biçilemez.


Ve kavurucu sıcakta harika bir gölgelik... Masaya sığuk su her zaman olduğu gibi istemeden geliyor ve Türk kahvesinden ne farkı olduğunu çok anlamadığımız Grek kahvesini tadıyoruz.

Çay bahçesinin yoldan görünümü...

Burası mekanın kapalı kısmı...

Bu da meraklısına çay bahçesinin adı :)

Arabaya atlayıp yine mis gibi manzaralar eşliğinde yola devam ediyoruz. Şu klimayı bulan kişinintoprağı bol olsun. Kim ne zaman buldu ki diye merak ettim şu satıtları yazarken. Hikaye şöyleymiş:
Modern klimayı icat eden kişi Willis Haviland Carrier’dır. Amerikalı bir mühendis olan Carrier, 1902 yılında New York’taki bir matbaa için sıcaklık ve nem kontrolü sağlayan ilk klima sistemini geliştirdi. Carrier’ın amacı, baskı kalitesini bozan nem sorununu çözmekti. Bu nedenle havayı soğutan ve nemini alan bir cihaz tasarladı. Bu icat, zamanla endüstriyel alanlardan evlere kadar yayıldı ve günümüzdeki klima teknolojisinin temelini oluşturdu. Carrier’ın ilk cihazı 30 tonluk devasa bir makineydi. 1920’lerde ev tipi klimalar geliştirilmeye başlandı, 1950’lerde ise yaygınlaştı. Klimanın çalışma prensibi, gazların sıvılaşırken ısı vermesi ve buharlaşırken ısı almasıdır.
Bu hap bilgileri aldıktan sonra yolumuza devam edelim.

İlk durağımız olan Mantamados Köyüne varıyoruz.
Midilli şehir merkezine 37 km. mesafede bulunan Mantamados, geleneksel taş evler ve Arnavut kaldırımlarıyla görülmeye değer. Köy adanın kuzey kısmında olup ortalama 146 metre yükseklikte kurulmuş. Orta Çağ boyunca tekrarlanan korsan baskınları nedeniyle yerel halk kıyı bölgelerini terk etmiş. Adını sığıra benzeyen bir hayvandan almış ki meşhur yoğurdunun tadına bakıp onun manda olduğunu düşünüyorum. Adanın ilk halk yağhanesi 1909 yılında Mantamados’ta inşa edilmiş. Köy özellikle birazdan gezeceğimiz Taksiyarhis Manastırı, seramik sanatı ve süt ürünleriyle tanınıyormuş. Köyün meydanında bulunan ve 1750 yılında inşa edilen Agios Vasilios kilisesinin içine giremiyoruz ama kilisenin ahşap oyma ikona paneli görmeye değer olduğu söyleniyor.
Köyde Baş Melek’e adanmış ve o zamandan beri mucizevi hacc yeri olarak bilinen, Eski General anlamına gelen Palyos Astratğus ismini taşıyan yerde ilk küçük tapınağın kalıntıları bulunuyormuş. Köyün geçim kaynakları balıkçılık, çiftçilik ve çömlekçilikmiş.




Köyde gezerken yine yeşil terasıyla bizi etkileyen bir kafe görüyoruz. Serinleme ihtiyacımıza birebir. Köydeki kilisenin yoğurdunun meşhur olduğu bilgisini edinmiştik. Kafede de yoğurt olduğunu öğrenince sipariş ediyoruz. Harika sağlıklı bir atıştırmalık. Muhtemelen manda yoğurdu gibi. Eve gidince üzerine biraz bal ekleyip bu meyve ve kuruyemişlerle yapmak akla yazılıyor.
Köyde çok merkezi bir yerde, rastlamamak zor ama yine de ismini paylaşmış olayım.
Midilli'de bu köydekiler gibi gördüğümüz kedilerin İstanbul'dakileri düşününce durumu pek iyi değil, oldukça zayıflar.
Dikkat çekici bir kapı daha...

Burada bir zeytinyağı fabrikası olduğunu duymuştuk, köyü gezerken karşımıza çıkıyor. Belki satış mağazası vardır diye umuyoruz ama ne öyle bir mağaza ne de hayat belirtisi görüyoruz .
Midilli’nin güzel sokak ayrıntıları… Duvar süsleri ve yerel dekoratif dokunuşlar...


Adada, Gazze soykırımına karşı Filistin'e desteğini görmek memnun ediyor.
Ve diğer hedefimize varıyoruz. Taksiarhis Manastırı!

Mantamados’a köy merkezine kısa bir mesafede yer alan bu manastırın sadece Mandamados Köyü'nün değil adanın koruyucusu olduğuna inanılıyormuş. 1661 tarihli bir belgeye göre manastır, Bizans döneminde erkek manastırı olarak kurulmuş. Önemli hac yerlerinden biriymiş. 17 yüzyılda küçük bir kilise olarak inşa edilmiş, bugünkü haline ise 1879 yılında gelmiş ve üç nefli bazilika planına göre inşa edilmiş. Bu bazilika denen şey neymiş diye bakınca onun Roma döneminden kalma bir yapı düzeni olduğunu anlıyorum. Hristiyan kiliseleri bu plana göre şekilleniyormuş. Genelde uzunlamasına dikdörtgen bir yapıymış. Ortada geniş bir bölüm (ana nef), iki yanında daha dar koridorlar (yan nefler) bulunuyormuş.
Aşağıdaki Visit Levros sayfasından aldığım fotoğraf bu bilginin gözünüzde canlanmasına yarayabilir.
Savunma amaçlı yapılmış kaleye benzeyen binalar, kilisenin çevresinde zamanla inşa edilerek kiliseyi, düşman saldırılarına karşı korunaklı ve savunmaya elverişli hale getirilmeye çalışılmış.

Efsaneye göre, 9. veya 10. yüzyılda manastır korsanlar tarafından basılmış ve tüm keşişler öldürülmüş. Sadece Gabriel adındaki genç bir keşiş kilisenin çatısına tırmanarak kurtulmuş. Ancak korsanlar onu fark edip peşinden çatıya çıkmış. Tam o anda Başmelek Mikail, kılıcıyla korsanların önünde belirerek onları korkuyla geri püskürtmüş ve keşiş bu mucize sayesinde hayatta kalmış.

Keşiş, gördüğü mucize karşısında derin bir saygı ve huşu içinde, şehit keşişlerin kanıyla ıslanmış toprağı toplamış ve bu karışımla Başmelek Mikail’in ikonunu şekillendirmiş. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen ikon zamanın etkilerine karşı bozulmadan kalmış. İkonu birazdan aşağıda görebilirsiniz. Kilisenin özel bayramı Paskalya’dan sonra ikinci Pazar gününde yer alıyormuş. Her sene binlerce ortodoks Taksiyarhes manastırı doğru hacca gidiyormuş.
Kilisenin yukarıdan 360 derece dron çekimine buradan erişebilirsiniz.

Burası uzun ince mumları diktikleri alan.

Benim gibi meraklı biriyseniz söyleyeyim, burada şöyle yazıyormuş :"Sıcaklık nedeniyle mumları sabah 12:00’ye kadar ve akşam 18:00’den sonra yakıyoruz. Teşekkür ederiz."

Aşağıdaki fotoğraf Visit Levros sitesinden...
İşte yukarıda bahsettiğim ikon. Kilisede bulunan bu Başmelek Mikail ikonu, geleneksel ahşap üzerine boyanmış ikonlardan farklıymış; Ortodoks dünyasında nadir bulunan üç boyutlu ikonlardanmiş, kabartma (bas-relief) şeklinde yapılmış. Yazılana göre ikona dua eden kişiler, Başmelek Mikail’den farklı tepkiler alabiliyormuş. İkonun yüzü sağlıklı bir kırmızıya dönebilirmiş ve gülümseyebilirmiş. Bazen yüzü kararır ve sertleşirmiş. Bazı kişiler, görünmez bir güç tarafından ikonun yanına yaklaşmaktan alıkonulduklarını hissediyormuş. Zaman zaman ikonun gözlerinden yaşlar süzülüyormuş ve yüzünde ter damlacıkları beliriyormuş. Hristiyanlar bu damlaları pamukla siler ve kutsal bir hatıra olarak saklıyorlarmış. İnanışa göre bu ikonun önünde dua eden birçok kişi, mucizevi iyileşmeler ve dileklerinin gerçekleştiğini bildirmiş.

Manastırın girişine bu jet uçağını yerleştirmişler, çünkü bu jet uçağının, bir kazadan sağ kurtulan pilotların Başmelek Mikail tarafından korunduğuna inanıyorlarmış.

Kiliseyi gezmeye devam edelim.




Mikail ikonunun önünde geniş bri kasede zeytinyağı var. Orada sunum yapan bir rehberden duyduğumuza göre bu yağlar farklı yerlerden getirilip birleştirilmiş. Kasenin yanında da bir pamuk duruyor. İnsanlar pamuğu yağa batırıp bir poşete koyup alıyor. Sürdükleri yerin iyileştiğine inanıyorlarmış. Yağların olduğu kasenin fotoğrafını çekmemişim. Birçok insan, Başmelek Mantamados aracılığıyla kendilerine mucizelerin bahşedildiğini şahsen deneyimlediklerini belirtmişler ve bunun için bir kısmı kilisede sergilenen kilisede bir dolapta da görebileceğiniz insanların Başmelek’e sundukları sayısız adak hediyeleri getirmişler. Metal ayakkabılar da bu hediyelerdenmiş. Buradan okuyabilirsiniz.

Bahçeyi turlayıp sıcaktan bunalmış halde manastırun kafesine oturuyor, meşhur lokmaları ve kilisenin bazem tozu serpilmiş yoğurdunu yiyoruz. Kilisedekide güzeldi ama benim favorim kafedeki yoğurt oldu.


Bu kadar ruhani şeyler yazdıktan sonra okuduğum kitapta altını çizdiğim bu sözü paylaşmak istedim.

Kiliseden çıkıp yola devam ediyoruz. Yollarda bulduklarımız bizi mutlu ediyor.

Canım kapılar... "Kapıdan girmek" eyleminin derin anlamı mı beni kapılara düşkün yapıyor acaba henüz keşfetmiş değilim.

Ayhan Sicimoğlu'nun dediği gibi sokak sanatçılarını ve sanatını severizzzz.


Ve şimdi rotamız üzerindeki diğer nokta Skala'dayız. Adanın en kuzeyindeki yerleşim yeri olan Skala, Sykamia'nın bir limanıymış. 20. yüzyılın başlarına kadar balıkçılar ve Müslümanlar tarafından mesken tutulmuş. 1923'teki nüfus mübadelesinden sonra, buraya gelen vatandaşlar Skala yakınlarına yerleşerek Synoikismos'u oluşturmuş. Küçük, sakin bir yer. Nufüsü hep az seyretmiş. Şuradan görebilirsiniz.
Küçük bir balıkçı köyü olan Skala tis Sykamias, doğayla iç içe, sakin ve dinlendirici bir tatil isteyenler için ideal. Skala'da en dikkat çekici yer liman ve limanda bir kayanın üzerine inşa edilmiş küçük bir şapel olan Panagia Gorgona kilisesi. Kilise adını kimliği belirsiz bir halk ressamının yaptığı Meryem Ana'yı denizkızı kuyruğuyla tasvir eden popüler duvar resminden alıyormuş ama bu resim günümüzde mevcut değil. Kilisenin inşa edildiği kaya Rachta olarak biliniyormuş. Nedir bu Rachta diye bakınca yaşlıların bu kayaya "Panagia Rakhta'sı" dediğini öğreniyorum ve rakhta'yı araştırıyorum ve o kayanın özel adı olabileceğinden başka bir bilgiye ulaşamıyorum. 1890 yılında bu köyde doğmuş önemli bir Yunan yazar olan Myrivilis kilisenin üzerinde olduğu bu kayayı kastederek şöyle demiş: "...Rakhta'ya tırmanıyorsunuz, etrafında bir yürüyüş yapıyorsunuz, bakışlarınız dönüyor, kara ve denizin bir çemberi, gözleriniz doluyor. Ağaçlardan bir neşe damlıyor, kahverengi ve kırmızı topraktan, taşlardan ve sulardan fışkırıyor."* Skala için güzel bir tasvir olmuş. Köyde sınırlı ürünün olduğu küçük bir bakkal var.
Buraya hava aydınlıkken geldik, keyifli bir akşam yemeğinden sonra karanlıkta döndük.

Ve geniş sahili...



Balıkçı tekneleri ve geleneksel tavernaları...


Bu yolun sonu yürüyerek keyifli ama dönüşte araba yolunu buradan gösteriyor navigasyon. Sakın sahil yolu ne güzel diye aldanmayın, canınızı seviyorsanız girmeyin o yola. Geldiğiniz asfaltlı dağ yolundan tıpış tıpış geri dönün. Samimiyetle söyleyebilirim ki mıcır bir yola çıkan bu yol bana otele gidene kaar geçen 22 dakikayı roller coasterda gibi hissettirdi. Bir başka Midilli yazımda bu adrenalin dolu serüveni daha detaylıca anlatmıştım.


Taş evlerdeki bu kendine has sıva yöntemini ne güzel, bizdekiden farklı... Daha önce gördüğümü sanmıyorum.

Uzonun geleneksel yöntemlerle üretilmesinde kullanılan araçlardan biri.


Ve Skala'da gün batıyor...






Gördüğümüz tam olarak buydu. Herhangi bir filtre yok. Muhteşem bir gün batımı...



Kültürüyle, doğasıyla, günlük yaşamı ve yerel lezzetleri ve adrenalin dolu dönüşüyle bütün duyguları barındıran bir gezmek, görmek, keşfetmek, deneyimlemekten mutlu Ayşe :)
Kaynaklar
https://www.visitlesvos.gr/tr/pois/mantamados/
chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.stnektariosmonastery.org/en/Archangel%20Michael%20of%20Mantamados.pdf?utm_source=chatgpt.com
https://www.skypixel.com/photo360s/my-product-fd76e3b2-3e14-44e9-abfc-275a87133a05
https://www.kathimerini.gr/k/travel/822441/sykamia-lesvos-stis-gorgonas-ta-nera/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder