Y a d a O n u U n u t G i t s i n ! ! !
Geçen akşam metro ile eve dönerken pasajdaki dükkanlardan birinden çiçek aldım. Hemen sonrasında gittiğim markette cüzdanımın olmadığını görünce hemen metroya döndüm ve etrafa bakındım. Bilet okuyucularının başında duran deduşka teyzem de benim bakınmama ilgi gösterince onun bir şeyler bildiğini düşünüp meramımı tarzanca anlattım. Olaya vakıf olan deduşka teyzem tüm yardımseverliği ile bir yere telefon açıp beni platformdaki bir yere gönderdi. Cüzdanım bulunmuş aşağıdaki ofiste tutuluyormuş. Bunu anlamam için yürüyen merdivenlerden inip aşağıda bizi bekleyen başka bir deduşka teyzemin peşine takılmam, izbe yerlerden geçerek metronun ofislerine girip sorumlu kişi ile görüşmem gerekti. Bana içinde ne olduğunu sordu, sonra kağıtların altına gizlediği dandik cüzdanımı gösterip bana ait olup olmadığını sordu. Cüzdanı görünce önce onun bulunmasına, sonra metronun normalde yasaklı yerlerine girip etrafı görmeme ve bu işi bu kadar kolay hallolacak olmasına çok sevindim. Rusça konuşamadığım için muhabbet biraz uzadı, polis geldi. Ben nasıl olsa cüzdanım gözümün önünde olduğundan yeni bir şeyler yaşıyor ve keşfediyor olmaktan mutlu gürbüz deduşka teyzemden ve polisten çekinmesem çıkarıp fotoğraf makinemi cebimden bir hatıra fotoğrafı alacak modda elimden geldiğince sorunu çözmeye dahil olmak istiyorum.
Sonra olayı bir türlü çözemiyorlar. Telefon görüşmeleri uzadıkça uzuyor. Sonra görevli hanım bir kağıda bir şeyler yazıyor ve beni ertesi gün gitmem için Universitet'deki metro durağına yönlendiriyor. Anladığım kadarıyla orada form dolduracağım ve cüzdanı gelip tekrar bu bayandan alacağım. Biraz İngilizce, biraz çat pat Rusça ile anladığım bu. Çıkarken nolmalde ters davrananan Rus hanımlarının aksine ilgili ve sabırlı davranan bu hanıma tüm bu olaylara sebep olan çiçeği hediye ediyor ve metronun izbe yerlerinden çıkıyorum. İçimden bir ses "Çaktırmadan bir fotoğraf alabilir miyim?" derken diğeri "Ayşeee kaşınma, eşşeğin kulağına su kaçırma!" diyor. Neyse hanımın sözüne uyup kalkıp ertesi gün gidiyorum Metro Universtet durağına.
Platformdaki hanımlardan yardım alıp bu sefer metronun daha enteresan köşelerine gidiyorum. Girdiğim koridorda odasında oturan bir polis görüyor, önceki gün metrodaki hanımın yazdığı kağıdı gösteriyorum. Bu arada gözlerim fır fır dönüyor polisin odasında. Odası o kadar küçük ki! Küçük bir masası var polisin ve hemen arkasında gözaltına aldıkları kişiyi tıktıkları bir metre genişliğinde bile belki olmayan bir kafes var. Oda o kadar küçük ki kafesten kolunu çıkarabilse tutuklu, polisin ensesinden tutabilecek gibi. Olay bende hala dank etmiyor, hala macera peşindeyim! "Hmm" diyorum. "Ne ilginç!" Tabi kader bana sen ilginci görürsün diyor ama o an ben onu duymuyorum. Polis önde be arkada çıkıyoruz merdivenlerden. Üst katta duvardaki neredeyse 20cmx20cm ebatlarındaki pencereyi tıklatıyor polis ve pencere açılıyor. Oradaki bir hanımla (yaşlı dememe gerek yok tabi) bir şey konuşuyor ve elimdeki kağıda duvardaki telefon numarasını (622 20 85) yazıyor. Ertesi gün telefon etmem gerektiğini söylüyor. "Haydeee bu da nereden çıktı bu hesapta yoktu memur bey!", "Bir günlük macera yeter bana, ikinci gün sıkar, şakayı kakaya çevirmeyelim!" demeye getirmelerim bir fayda etmiyor.
Tabi bu durumda kapısı çalınacak kişi eşim oluyor. Olayın ne olduğu anlamak için bir arkadaşı ile görüştürüyor polisi. Allahtan polis iyi. Uzun uzun konuşuyor polis, yüzünde hiç daralma, gerginlik ifadesi yok. Tabi onda niye olsun o ifade bende olması lazım öyle değil mi? Çok geçmeden o ifade gelip oturuyor yüzüme, macera yaşıyor heyecanından çıkıp Rusların soğuk gerçeği ile yüz yüze gelmeye başlıyorum. Polisin telefonda görüştürdüğümüz kişiye söylediği "Cüzdanımın oraya henüz gelmediği, bunun için gelmeden önce telefon edip teyit ettirmem gerektiği"ymiş. Bir daha buraya gelmem gerektiğini öğrenince omuzlarım düşüyor ve "Haydeee cüzdan buraya niye gelsin ki şimdi." deyip yüzüm yerde dönüyorum eve.
Ben Universitet durağının İngilizce bilen birilerinin olduğu yabancı şube gibi bir yer olduğunu düşünürken meğer metroda bulunan şeylerin toplanma noktası olduğunu öğreniyor, göz göre göre cüzdanımı bana vermeyen hanıma gıcık oluyor, çiçeği verdiğime de bir parça (ama çok değil) pişman oluyorum.
Ertesi gün telefon edip cüzdanın Universitet'e gönderildiğini öğreniyor ve yine Universtet'in yolunu tutuyorum. Artık yolu öğrenip oranın gediklisi olduğumdan polise uğramadan doğru çıkıyorum merdivenlerden. Pencere açık ve deduşka teyzem tüm gerginliği ile orada. Kağıdımı gösterip olayı iyi kötü anlatıyorum. İçeri gidiyor gelmiyor, geliyor gidiyor, uzun uzun telefonla konuşuyor.
Sonra bana o gıcık cüzdanımı gösteriyor. Oh diyorum nihayet olay bitecek. "Sen öyle san Ayşe Hanım diyor kader oradan, sınama devam ediyor!" Hanım bana Rusça bir form veriyor doldurmamın imkansız olduğu. Telefonla eşimi arayıp okumaya çalışıyorum, ama olmuyor çok zor bu işi telefonda halletmek.
Hanımdan formu vermesini rica ediyorum çok yakında bulunan eşimin ofisine götürüp orada doldurmak için. Hanım Nuh diyor peygamber demiyor. Gözlerini işaret ediyor benim formu senin doldurduğunu görmem lazım diye. Eşime son durumu bildirirken telefonda benim de çok şaşıracağım bir şekilde sinirlerim bozuluyor ve deli gibi ağlamaya başlıyorum. Çizgi filmlerdeki ağızları kocaman açılan gözlerinden iki yana yaşlar fışkıran çocuklar gibi hem de.
Sakinleşmek ne mümkün. Çok gıcıklar. Hiç yardımcı olmaya çalışmıyor. Her şey tamam da formu neden vermek istemediğine hiç anlam veremiyorum. Bu işi hep oyuna alıp eğlenceli tarafını görmeye çalıştığımı bilen eşim telefonda zır zır ağladığımı görünce Rusçası çok iyi olan bir arkadaşını alıp hemen yanıma geliyor ve kahramanım oluyor. Bu arada yanıma gelen iki beyden sonra sinirli ve ters Deduşka teyzem noluyorsa birden değişiyor, ters hallerinden eser kalmıyor. Gıcıkkkk!!!
Formlar dolduruluyor ve bu kelimeyi kullanmayı hiç sevmem ama artık kendimi tutamayacağım, lanet olası cüzdanım veriliyor. Paradan ve metro kartından başka bir şey taşımadığım cüzdanımın içinden para alınarak yani sadece üç geçişlik metro kartım ve iki arkadaşımın kartviziti ile teslim ediliyor. "Çıldırmaya az kaldı doktorum nerede!" moduna giriyorum. Cüzdanı kaldırıp oradaki çöpe fırlatacağım ama bunu yaparsam eşimin arkadaşına çok ayıp olacak. Sen o kadar kalk gel, elin deduşkası ile uğraş, cüzdanı al sen, sonra çöpe atılsın, ayıp! Böylece öğrendik ki bulunan cüzdanın içindeki para bankaya yatırılıyormuş. Bu yüzden cüzdanın içindeki parayı almak için doldurulan formlar ve yazılan dilekçe ile Prospekt Mira ( 631 09 13, inşallah ihtiyacınız olmaz ama olursa diye bulunsun ) Metro istasyonuna gitmek gerekiyormuş. Tabi önce telefonla onay aldıktan sonra.
Biraz da benim Rusça bilmememden uzayan bu olay Rus brokrasisi ve yabancılara yardım edecek bir birimin bulunmaması nedeniyle yılan hikayesine dönüşüyor. Ayrıca uzun süredir severek kullandığım cüzdanıma nefret duymama, aynı gün onu bir daha görmemek ve bu olayı hatırlamak üzere yenisi ile değiştirmeme ve sinirlerimde de ufak çaplı bir deprem yaşanmasına neden oluyor.
Bu arada parayı alıp almadığımı merak edenlere cevabım "Hayır". Çünkü orada da onlarla ve olacaklarla uğraşabilmek için sinirlerimin tamir olması için biraz daha zamana ihtiyacım var.
Eğer siz de cüzdanınıza kaybederseniz tavsiyem içinde kayda değer bir şey yoksa unutun gitsin ya da yanınıza Rusça bilen birilerini almadan gitmeyin. Giderseniz de "Sinirli Kızlar Kulübüne Hoşgeldiniz" derim size :)))
Bu arada cüzdanımı kaybettiğim metroya beş dakika içinde geri dönmeme, cüzdanımla burun buruna gelmeme ve cüzdanın benim olduğunu anlamasına rağmen bana cüzdanımı vermeyen hanıma husumetle selamları iletiyorum.
8 yorum:
Ayyy ayşecim gerim gerim gerildim vallahi yazdıklarını okurken birde sen bunları yaşamışsın vallahi helal olsun sanırım ben bu kadar ugraşamazdım ne soguk insanlar bunlar bee insanı cileden cıkartırlar resmen.
Sorma Arzucum! Macera diye başlayan kısa filmim kabusa doğru yol alırken gerilimle bitti. Sanırım çocukların silgisini boyunlarına astıkları gibi ip bağlayıp cüzdanımı boynuma geçirmeliyim :)))
Geçmiş olsun
Anlaşılan Rusya ülkemizdeki bürokrasiyi bile aşan bir bürokrasiye sahip. İnsanın yazınızı okudukca sinirleri bozuluyor.
Gerçekten insanın sinirlerini bozacak kadar var Ayşecim, o gün senden dinlediğimde sana çok hak verdim, aman diyorum eşyalarımızı hiçbiryerde unutmayalım biz en iyisi!
Erdin Bey, beterin beteri varmış görmüş olduk :)))
Nonicim sorma, bana bile illahlah dedirttiler ya! Felsefem artık şu: Ya sahip ol, ya terk et! :)))
Okurken ruhum daraldı valla... siz yine ağlamak için çok beklemişsiniz, ben olsam cüzdanı kaybeder kaybetmez ağlamaya başlardım :))) Ayrıca beterin beteri var: o da pasaportunu kaybetmek!! o zaman karşılaşılabilecek bürokrasi sanırım daha da beter; yaşayanlardan duydum
Aman demeyin Çelebi, pasaportu kaybetmek ha! Ona da unut gitsin de denmez ki!!! Bu da beterin beterinin beteri olurdu sanırım :)))
Sevgili Merail, size mail atmak istedim ama blogunuzdan da mail adresinize ulaşamadım.
Bilginize, sevgiler :)
Yorum Gönder