Adios Moskova, Merhaba Vatan!!!

İki yıl üç aylık serüven bugün, 13 Kasım 2011'de bitiyor. Eve, vatana dönüyorum. Eşim Moskova'ya benden bir yıl önce  geldiğinden, bir yıllık ayrılığın ardından buraya gelişimdeki heyecan Moskova'ya geliyorumdan daha çok eşime kavuşuyorum şeklindeydi. Gidişim de benzer oldu. Eşimle yine bir ayrılık var ama bu sefer çok şükür ki kısacık, yeni yıla kadar. Bu sefer ki heyecanım ise vatana dönüyorum sevincinden ya da Moskova'dan ayrılıyorum üzüntüsünden, bunlarla düşüncelerden çok bedenimde yedi ay geçiren minişime inşallah Betül'üme kavuşacak olmanın heyecanı. Beni, kızımın doğumundan önce de sonra da çok yoğun günler bekiliyor. Aklımda hep onlar. Sanırım Moskova'dan dönmemek üzere ayrıldığımın farkına varamama sebep olan şey de o. Bir de burada geçirdiğim iki yıl üç ayı dolu dolu yaşamam belki de. Moskova'ya taşındıktan sonra İstanbul ziyaretlerinde dostlarım, akrabalarım muhtelif zamanlarda soruyorlardı. "Nasıl alışabildin mi?" diye. Aslında bu soru kafamı çok karıştırıyordu neyi soruyorlar acaba diye.
Çünkü ben burada geldiğimde zaten alışmıştım. Yani hiçbir yabancılık, gariplik hissetmedim. Hatta şunu açıkça söyleyebilirim ki bayramların ilk günleri hariç kendimi hiç ama hiç gurbette hissetmedim. Öyle ki hissettiğim şey Moskova sokaklarında değil de Laleli de geziyormuşum, ben değil onlar yabancı gibi geliyordu etrafımda Rusları görünce. Nasıl bir rahatlıktır bu böyle bilmiyorum. Aslında bu durumun normal olup olmadığını, diğer insanların da aynı şeyleri hissedip hissetmediğini de bilmiyorum ama benim durumum açıkça buydu. Bundaki en önemli sebep bence üniversiteden beri içimde ukde kalan dünyanın neresinde olursa olsun( böyle derken çok şükür ki şansıma gezip görülecek yerler açısından cennet olan Moskova çıktı) herhangi bir ülkede bir süreliğine yaşama isteğimdeki tutkumdu büyük ihtimalle. Bir diğer sebep de öyle sanıyorum ki pozitif olmam ve her anın tadını çıkarmak isteyen, doluyu görmeye çalışan yapım. Yapmak istediğim her şeyi yaptığımı söyleyebilirim bir iki şey dışında. Onlardan biri buz pateni. Öğrendim, düşmeden rahatça kayıyorum ama daha iyi olmak isterdim. Ruslar gibi ayağını bir o yana bir o yana güvenle ve rahatça atarak kayabilmek... Bir de buradaki Türk arkadaşlarımın çocukları ile daha çok vakit geçirmek ve onlarla ilgilenebilmek isterdim. Akrabalardan uzak bir yerde bir az olsun teyze ilgisini onlara verebilmek. Onun dışında aklıma gelen hmm bir arhangeloskoye'ye, bir de Park Kultury'deki eski arabaların olduğu müzeye gitmek var. Aklıma gelenler sadece bunlar. Bu arada dikkat ederseniz Rusça öğrenmeyi eklemiyorum listeye. Çok hevesli ve her şeyi öğrenmek konusunda maymun iştahlı olmama rağmen nedense hiç sevemedim Rusça'yı. Televizyonda bile bir süreden sonra daha fazla dayanamayacağım için değiştirdiğim çok oldu son zamanlarsa hemen her sabah seyretmeyi alışkanlık ettiğim eski Rus çizgi filmleri dışında. Onlardaki seslendirmelerde Rusça sanki günümüz Rusça'sından farklı gibi geliyor kulağıma. Bütün bunların dışında her şeye doydum.  Uluslararası kadınlar kulübünün toplantılarına ki beni en çok heyecanlandıran şey bu olurdu hep, yabancılarla arkadaşlık etmeye, gezilere, yürüyüşlere...
Moskova'ya ait neleri mi özleyeceğim? Kesinlikle kışını diyebilirim. Sıkı giyindiğin zaman rahatsız etmeyen burun kıllarını bile donduran soğuk havasını, parlak güneş altındaki ışıldayan yıldız yıldız karını, yolları buz patenine çevrilmiş parklarında açık havada park içinde gezerek kaymayı, yaz aylarında yemyeşil, huzur dolu olan gez gez bititremediğin geniş parklarını ve kaç kere gitsem de ilk defa gidiyormuş gibi gelen büyüleyici Kızıl Meydan'ı, Gum'un dondurmasını ve bir de Papa's Bread'in profitrollerini özleyeceğim. Kahverengi hattın içinde yürürken hiç ummadığın bir anda karşına çıkıveren yüzlerce müzeden birine girip gezmeyi, mimari değeri yüksek binalarla dolu olan caddelerde, sokaklarda yürümeyi, çok uzak noktalar arasına bile metroyla kolayca ve çok ucuza gidebilmeyi de elbette. Sabahları eşimi işe yollarken kışın kapıcıların karları kürerken küreklerden, yazları ise yaprakları süpürürken ot süpürgelerden çıkan seslerini. Sanki Moskova'nın sesi gibi oldular onlar benim için. Ne zaman nerede duysam bu sesleri gözlerimi kapayınca kendimi Moskova'da hissedeceğimden hiç şüphe yok. Özleyeceğim diğer şey, aileden uzakken, kendimi aileden birileriyleymiş gibi hissettiğim Türk arkadaşlarım tabi ki. Ama çok şükür ki onun tesellisi var. İstanbul'da evlerimiz çok yakın olduğu için arkadaşlığımızın orada da devam edeceğini bilmek mutlu ediyor beni.


Hiç özlemeyeceğim şey nedir derseniz, yediğin yemeğe verdiğin paradan gocunmadığın restoranlarda bir bardak suya on, on beş lira vermeyi! Nedense aklıma ilk o geldi. Suya verdiğim paralar içme oturmuş olsa gerek. Diğer şey ise yeme içme olayı. Sokakları tertemiz olmasına rağmen büyük olasılıkla yapılar eski ve bakımsız olduğundan  sanki bir çok şey pis gibi geliyordu bana. Marketlerde pek çok şey bana hiç yiyecek gibi gelmiyordu. Sanki müze gezer gibi geziyordum bazı reyonların önünde bazı ürünlere bakarak geçerken. Mesela mezeler... Aslında mezeyi, salatayı çok sevmeme rağmen bir lokmacık bile alamadım denemek için. Hiç yiyeceklermiş gibi gelmediler bana. Özlemeyeceğim diğer şey orta yaşın üzerindeki Rus hanımların terslemeleri, ters ters bakmaları, Moskova'nın pahalılığı, apartmanlarının, binaların bakımsızlığı, toi toiler, saman kağıdına benzeyen umumi yerlerdeki tuvalet kağıtları, Rusların yerlere lap lap tükürmeleri, su gibi çorbalarını, müzelerde ya da turistik bölgelerde İngilizce açıklama olmamasını.
Unutamayacaklarıma gelince orada liste epey uzun. Bıyıklı ve sakallı teyzeleri, tramvayları süslü püslü kullanan hanımları, kızların envai çeşit saç örgülerini, metro çıkışlarında teyzelerin ellerine bir sarımsak turşusu, rendelenmiş havuç gibi şeyleri alıp metro çıkışlarında satmalarını, genç kızların baharın gelmesi ile göğüslerini ve bacaklarını havalandırmalarını, kışın -10 lardan bile soğuklarda ten rengi çorap mini etek giymelerini, çivi topuk ayakkabılarla Arnavut kaldırım taşlı parklarda salınmalarını, gelin arabalarının limuzinden aşağı olmamasını, saksıda satılan kıvırcıklarını, erkelerin sevgililerinin çantalarını taşımalarını, kızların şıkır şıkır düğüne gidecekmiş gibi giyinmişken sevgililerinin plaja gider gibi dandik şortlar ve terliklerle gezmelerini, metroda oturma önceliğinin çocuklarda olmasını ve yaşlıların bile çocuklara yer vermelerini, boyacı hanımlar, hanımların upuzun desenli boyanmış, canlı renklerdeki tırnakları, hemen hepsinin düz ve perçemli olan saçları, yabancı filmlerde seslendirmenin altından orjinal seslendirmenin duyulması.... Liste o kadar uzun ki biraz daha yazarsam uçağı kaçırabilirim. En iyisi bunları ya sonra eklemeli ya da başlı başına bir  yazı olarak bile yazabilirim.
Moskova günlerim üniversite öğrenciliğimden sonra  ağustos böceği gibi yiyip, içip gezdiğim için hayatımda en rahat yaşadığım dönemlerden biri oldu belki de. Ama yine de boş durmadım. Duramazdım da zaten. Bu yüzden başladım blogculuğa ve roma yazmaya. İyi ki de öyle yaptım. Belki çoğunu unutmuştum, yazmasaydım yalan olacaktı bir süre sonra. Ama bloğumla hepsi o günkü duygularımla capcanlı kalacak.  Daha moskova hakkında yazlılacak  elimde birikmiş bir çok yazı var. Umarım zaman bulup konsantrasyonumu bebekten alıp ona vererek yazacağım onları da. Artık gitmeye hazırım. Moskova'dan içim rahat bebeğime kavuşmanın heyecanı ve arzusu ile gidiyorum ve diyorum ki Adiyos Moskova, merhaba İstanbul!



6 yorum:

Adsız dedi ki...

merhabalar;
çok güzel bir yazı olmuş...bende kazakistanda yaşaadığım için hemen hemen her duyguyu aynı yaşıyoruz...
hayırlısıyla bebeğinizi kucağınıza almanızı dilerim..

Ayşe Gençer dedi ki...

Deren merhaba! Çok teşekkür ederim:))) Aynı duyguları paylaşmak ne güzel, sevgiler...

Noni dedi ki...

Canım ne güzel bir yazı olmuş, tüm yazdıklarına Moskova'da yaşayan biri olarak ben de harfi harfine katılıyorum, sanırım tek katılmadığım nokta kışı ve soğukları :) Ben bir bahar kızı olarak bu eksi dereceleri, kat kat giyinmeleri hiç sevmediğim için asla özlemeyeceğim ;)
Betül bebiş şanslı bu buz gibi havaları hiç görmemiş olacak miniş kızımız ;)
Öperim canım!!!

not: Kendini ev işleriyle çok yorma olur mu?

Deli Anne dedi ki...

Ne güzel anlatmışsın Ayşe, içim ısındı tekrar Moskovaya.. zaten bende de tesiri güzeldir Moskova'nın.. hala hatırlarım seninkiyle benzer anıları..

Hoşgeldin inşallah..

Bebek geliyormuş, oh ne güzel.. Sağlıkla gelsin, dünyaya da size de bol güzellik getirsin. Sevgiler:)

Ayşe Gençer dedi ki...

Canım Nonişkam dediğin gibi kışını ne kadar sevsem de Moskova'nın dediğin gibi Betül iyi ki görmedi oranın kışını. Ruslar gibi her gün kara kışın soğuğunda gezdiremezdim ben onu her gün her gün. Bilmukabele ben de öperim canımcım!
Deli Anne, (yazarken değişik geliyor adınızı:))) ) Öyle çıkmadan önce bir çırpıda yazdığım bir yazıydı. Aslında o kadar çok şey var ki unutamayacaklarım listesine yazılacak olan. Dediğiniz gibi insana oldukça tesir eden bir şehir. .bu arada güzel dileklerin için de çoook teşekkür ederim.

Bengü dedi ki...

Harika... Paylaşımlarınız için teşekkürler ve tebrikler.:)