Tolstoy Dedemlere Gidesim Var, Dönesim Yok

İşte şimdi içimden Tolstoy dedemlerde haftasonu geçirdiğimi söylemek geldi. Çünkü bunu gerçekten çok istedim. Tolstoy'un evin beni aldı götürdü benden yaşadığım zamandan. Duygusal olarak şu ana kadar gördüğüm müze evler içinde en çok etkilendiğim o oldu. Bu yüzden neredeyse görevliler hadi çık diyene kadar gezdim.
Evet başlıyor hikaye...
Bu seferki adresim Park Kültür Metro durağı, Ulitsa Lva Tolstovo 21.
Tak tak tak. Tolstoy Dede bak ben geldim. İçeri giriyorum. Aslında bir türlü giremiyorum. İç içe açılan üç kapıdan sonra girilebiliyor içeri. Altı kalın keçeden yapılmış deri terlik giyiyorum. Ayağa sabitlenmesi için arkadan lastikle topuğa geçiriliyor. Sanırım bunlar galoşların kış versiyonu. Çok komikler çünkü kocamanlar. Sanki Heidi'nin dedesinin terlikleri. İlk olarak ailenin yemek odasını geziyorum. Pencereden görülen oldukça büyük bir bahçe etkiliyor önce beni. Uzunca bir masa ailenin kalabalık olduğunun şahidi. Tolstoy tam 13 tane çocuk sahibiymiş ama bunların 4 ünü küçük yaşlarda kaybetmiş. Masa birazdan yemeğe oturulacakmış gibi hazır.
Odanın merkezinde duvarda bir saat var. Akşam yemeği saati konusunda oldukça titiz olduğundan sanırım o saat orada. Saat altıda kızları solunda oğulları sağında her gün aynı düzende yeniyor akşam yemeği. Hmm askeriye gibi. Zaten tipi de biraz korkunç rahmetlinin!
Ya dede şu sakalları kesseymişsin keşke. Bitişikte hemen çiftin yatak odası var. Yatak odası verandayla bahçeye açılıyor ki bunu hiç anlayamadım. Bahçeye evin içinden tek çikış buradan çünkü. Tolstoy Dedemde akıllıymış yani kapmış odayı. Ama oda pek büyük değil. Bir paravan eşiyle taslak yazılarının üzerinden beraber geçtikleri masayı ve oturma grubunu yataktan ayırıyor. Beni çok etkileyen bir odada sıra. Tolstoy'un en çok sevdiği çocuğu olduğu söylenen en küçük kızlarının odası hemen onların odasının bitişiğinde. Küçük kız 7 yaşında kızamıktan ölmüş ve odasında mama sandalyesinden beşiğine, sallanan atından hemşiresinin yatağına kadar herşey korunmuş. Masanın üzerinde bir kağıda çocuğu eğlendirmek için olsa gerek hayvan resimleri çizilmiş. Hayat işte... Kimisi ilk baharında kimisi son baharında yapıyor sonsuza yolculuğu...Bir sonraki oda da süper. Çocukların çalışma odası. Tam kütüphane gibi. Masada kitaplar defterler duruyor. Sanki mola vermişler de birazdan gelip çalışmaya devam edeceklermiş gibi. Şimdiki odanın bir sanatçıya ait olduğu belli, bir stüdyo oda. Öyle enerjik, renkli ve zevkli ki o ana kadar gördüğüm odalardan epey farklı. Koyu gül kurusu duvarlar, zevkli koltuk döşemeleri, resimler, resimler... Bu oda ressam kızı Tatyana'nın odası. Tolstoy ve bazı arkadaşları masa örtüsünün üzerine imza atmışlar (70 imza) ve Tatyana bunları nakışla süslemiş. Koridorda ise Tolstoy'un oldukça geniş yakalı içi ve yakaları tamamen kürk olan siyah mantosu sergileniyor. Bir an onu bu manto içinde hayal edip bir parça daha ürkütücü buluyorum ve loş koridordan hızlıca geçip üst kata çıkan merdivenlere geliyorum. Moskova'da bu mevsimde hava 15:30 da kararmaya başlıyor. Zaten kararan merdivenler yeteri kadar aydınlatılmamış ve ben birden bir bismillah çekiyorum. Merdivenin ortasında ayakta duran doldurulmuş bir ayı karşılıyor beni. Nasıl da canlı gibi mübarek. Estağfrullah süphanallah diyerek merdiveni çıkıp ve duvardaki açıklamayı okumaya koyuluyorum. Sonra aklıma Tolstoy'un ilerleyen döneminde mistisimze yöneldiği, varoluşun anlamını araştırdığı hatta müslümanlığı araştırmak için istanbul'a gelirken yolda öldüğü (kaynak wikipedia) söylentilerini hatırlayıp bir fatiha okuyayım diyorum. Yazıyı okumayı yarım bırakıp fatihayı okumaya başlıyorum. Bu esnada etrafa göz atayım derken yine bir bismillahirrahmanirrahim daha çekiyorum. 3 metreyi aşan salon kapısının hemen önünde koca bir ayı yine gözlerini dikmiş öylece yatıyor. Bu seferki post pusuya sinmiş düşman gibi ve neredeyse iki metre boyunda. Yaaa üfff. Niye yazmazlar ki ava da meraklı olduğunu. Neredeyse herşeyi öğrendim gençlik günlerindeki zamparalığına kadar da bunu hiç duymamıştım. Hazırlıklı gelirdim. Bu konularda ne kadar tırsak olduğum beni tanıyanların iyi bildiği bir şeydir. Sana yok Fatiha falan (tövbe). Zaten bir kilisenin bahçesindeki mezarlıkta yatanlara I pod'dan Yasin dinletirken de cep telefonumu kaybetmiştim (o olayda da mezarlıkta oturmuş müzik mi dinliyorsun bu ne saygısızlık diyecekler diye biraz tedirgin olmadım desem burnum uzar sanırım). Tesadüf değil herhalde bunlar. Neyse efendim alacakaranlık kuşağını geçeyim izninizle. Şükürler olsun bu olayın üstüne beni toparlayacak çok güzel notlar buluyorum duvarda çocuklari ile ilgili. Çocuklar bu yüksek, geniş merdivende büyük bir metal tepsinin üzerine oturup kayarlarmış. Evin her yerinde prensibin, disiplinin hissedildiği bu evde buna bir parça da şaşırmıyor değilim. Bu arada bu deduşkalar da neyi çözemedilerse bır bır bır deminden beri yüksek perdeden alt kattan geliyor sesleri. Burada olduğumu unuttular galiba. Bu arada asıl ben söylemeyi unuttum. Koca müzede tek ziyaretçi benim. Yani müze bana ait. İstediğim yerde istediğim kadar oyalanabiliyorum. Sadece odaya girince deduşka teyzemler bi ayağa kalkıp turluyorlar. Sonra sıkılıyorlar galiba benim gideceğim yok, tekrar gidip sandalyelerine oturuyorlar. Bu arada Tolstoy'un misafirlerini bu merdivenin başında elinde lambayla karşıladığını okuyorum(Buna bu ayıları buralara koyduktan sonra başladı sanırım). Ve bu misafirlerin arasında geçenlerde evini ziyaret ettiğim yakışıklı Scriabin'in de olduğunu okuyunca sanki büyük büyük dedemin adını görmüş gibi seviniyorum bana ne oluyorsa artık.
Vayyyy salon süper. Misafirlerini burada ağırlıyormuş. Duvarlarda altın varaklı 6 mumlu şamdanlar 3-4 metrede bir var. Girişteki ayınının üstünde bir piyano. Kocaman kuyruğu. Abartmış olmayayım ama 3 metreden fazla mı sanki? Ne kadar uzun öyle. Allahım düşünemiyorum Scriabin çalıyor, Feodor SHALYAPIN(ünlü Rus tenör) söylüyor. İnanılmaz... Pianonun yanında bir sehpanın üzerinde Beethoven, Chopin, Haydn'in eserleri camekanların içinde tutuluyor. Şöminenin üzerinde bu salonda misafirlerle çekilmiş bir fotoğraf duruyor (gözlerim Scriabin'i arıyor).Fotoğrafta herkes o kadar doğal ki kimse objektife bakmıyor biri hariç. Elini ceketinin arasına sokmuş bir tebessüm sanki stüdyoda sadece kendisi çektiriyor resim. Kimse artık komik adam. Eğer ben de o gün orda olsaydım o fotoğraf karesinin içinde olacak bir noktadaydım. Tek fark zaman geçmiş, kişiler değişmişti. Masa yine sanki birazdan misafirler gelecek gibi hazır. Pembe çiçek desenli beyaz porselen tabaklar ve baş köşede semaver. Bu evde o kadar çok semaver gördüm ki o beşinci falandı sanırım. Bu arada kapıda duvarlar için mermer yazıyordu. Görünüm mermer formunda ama mermer değildir canım. Kesin ellemem lazım. Şöyle serçe parmağımın ucuyla. Göz ucuyla deduşkayı kontrol ediyorum. Bir ara onu salonun diğer ucunda görüyorum, bakmıyor da işte tam sırası. Serçe parmağımı uzatıyorun, tam değmişti ki ... pajalusta bişeyler söylüyor. Sadece lütfeni anlıyorum ama olsun zaten muradıma erdim. Kağıtmış. Biraz daha ilerleyince salona bağlanan başka bir salonun önündeydim. Offff bu salon süpermiş. Çok canlı. Bu odanın dekorasyonunda kesin şu ressam kızının parmağı var. Odanın adı "The Big Drawing Room". Döşemelerde, perdelerde, boydan boya halıda kırmızı renk hakim ve mobilyalar siyah. Abanoz ağacı sanırım. Girişte bir çerçevede ortada Tolstoy ve Sofya'nın, etrafında çocuklarının vesikalık resimleri var. Neyse ki burada kızları sola erkekleri sağa toplamamış. Tolstoy yemekten sonra misafirleri ile sohpet için bu odaya geçermiş. Ev büyük olunca böyle oluyor demek ki odalara isim vermişler. "A dull drawing room", "The small drawing room". Bizim ev 4 odalı olmasına rağmen eğlence olsun diye odalara isim vermeyi kararlaştırıp gezime devam ediyorum. Evde 10 kişi çalışıyormuş. Terzinin, temizlikçinin, uşağın odaları sıra sıra. Koridordaki bir dolapta Sofya yengenin elbiseleri, ayakkabıları, şapkaları sergileniyor. Elbiseler fotoğraftakinin tarzında. Çok zarifler. Ama ya siyah ya krem. Başka renk yok. Bu fotoğrafta da siyah giymiş zaten. Demek ki tesafüf değil. Ayrıca bir şey kafama takılıyor. Odalarda çeşitli yerlerde resimler var ve buradakilerin hiç biri özellikle erkekler, tatilde gördüğümüz Rus tipine hiç uymuyorlar. Esmerler tenleri olmasa da saçları koyu renk. Bir yerde bir karışıklık oldu galiba. Artık bu nasıl oldu orasını bilemeyecem. Şimdi de sıra Tolstoy'un çalışma odasına geldi. Deduşka teyzem kapının önünde oturuyor. Odanın girişinde Tolstoy'un ayakkabı yapmakta kullandığı malzemeleri, kendi yaptığı bir botu ve bir çizmesi sergileniyor. Burada ayırca bir bisiklet ve iki dambıl var. Bisikleti bir görseniz sanki ferforje süs eşyası. Kocaman! Küçük sanmayın sakın ama ben tekerlekte lastik falan pek seçemedim. Artık nasılsa anlamadım. Aaa yazık ya deduşka teyzem uyukluyor. Başı bir düşüp bir kalkıyor. Fırsat bu fırsat acaba gidip şu bisikletin lastiklerini yakından mı kontrol etsem? Şaka şaka o kadar da değil. Bu arada Tolstoy'un 67 yaşındayken bu bisiklete binip bu dambıllarla çalışması onun günlük rutiniymiş. Helal olsun dedeme. Bu arada resimde göreceksiniz en sağda küçük bir çatı var ara kat gibi. İşte o oda Tolstoy'un çalışma odası. Alçak tavanlı, küçük çalışma odasında kocaman zımbalı deri koltuklar... Demek ki geleni gideni çok oluyor çalışma odasına da. Diriliş romanını bu odada ve masada yazmış. Tolstoy'un miyop olduğunu ama bunu kabul etmeyip gözlük takmayı reddettiğini ve bu probleme bir çözüm olarak da sandalyesinin ayaklarını kesip kısalttığını duymuştum. Doğruymuş. Sandalyenin ayakları nerdeyse 30 cm falan. Kesin oturunca çenesi masaya değiyor gibi oluyordur. İşte insan koskoca Tolstoy olsa bile takıntıları olabiliyormuş demek ki. Bunu anlıyorum buradan ben. Saatler süren gezimi bahçeyi de gezerek sonlandırıyorum.
Bu geziye çıkmadan önce Tolstoy hakkında yaptığım araştırmalarda daha önce hiç duymadığım şeylere rastladım. Bunların en ilginci, Tolstoy'un 1908 yılında Abdullah El-Sühreverdi'nin Hindistan'da basılmış 'Hz.Muhammed'in Hadisleri' kitabını okuduğu ve okuduğu hadislerden bir kitapçık hazırladığı, bunu Rusya'nın Posrednik adlı yayınevinde bastırdığı bilgisi oldu. Bu kitap Prof. Dr. Telman Hurşidoğlu Aliyev ve Vakıf Tehmezoğlu Halilov tarafından Azericeye, Arif Arslan tarafından da Türkçeye çevirilmiş. Komünizmin baskı yıllarında Rus halkının etkilenmemesi için kitabın devlet tarafından bilinçli bir politikayla gözlerden uzak tutulduğu, Tolstoy'un yaşadığı dönemde Rusya’da büyük saygınlığa sahip çok sevilen ve görüşüne önem verilen biri olması nedeniyle kitleleri peşinden sürükleyeceğinden korkularak KGB tarafından satışının, dağıtımının engellendiğinden bahsediliyor. Hz. Muhammed adlı kitabının önsözünde Tolstoy'un "Muhammed her zaman Evangelizm'in (Hıristiyanların) üstüne çıkıyor. O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilâhı yoktur ve Muhammed onun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur." şeklindeki sözüne yer veriliyor. Tolstoy'un ilerleyen yaşlarında hayatın anlamını sorguladığı, mistisimze yöneldiği, malını yoksullarla paylaşıp her haliyle onlar gibi yaşamaya başladığı, hatta karısının lüks yaşamdan vazgeçmek istemediği için aralarında şiddetli tartışmaların olduğu bu konunun doğruluğunu destekler cinsten. Artık gerisini araştırmak merak edenlerin işi.
Bu arada çıkmadan Fatihayı okuyup hediye ediyorum. Eline, kalemine, hayallerine sağlık Tolstoy Dede.

5 yorum:

Çiğdem(pastatasarimevi.com) dedi ki...

Canım,yazıların süper.Senin yorumlarınla ,Rusya yı,Rus tarihini,Edebiyatını,Sanatını tanımak çok zevkli olacak.Sana yazılarında ve gezilerinde kolay gelsin diyorum.Ellerine ,kollarına,ayaklarına sağlık.Sevgiler,öpücükler.

Adsız dedi ki...

Ben de diyorum ki... senin gözünle görebilmek, seninle aynı şekilde hissedebilmek benim için çok önemli.. hergün sabırsızlıkla bekliyorum yeni eklenen bir yazı var mı diye... sevgilerimle, Nesibe

Eren Kesdi dedi ki...

Sayfanızı şans eseri buldum ve gerçekten çok hoşuma gitti. Yazılarınızın içeriği çok güzel ve çok akıcı bir yazı tekniğiniz var. Rusya'ya gelmemek için kendimi zor tuttum. Rusya kendi reklamını sizin kadar güzel yapamıyordur eminim. İnşallah adresinizi unutmam da sık sık yazılarınızı okurum. Her okuduğum yazınız, beni benden aldı, uzun turlarla gezilere gitmişim, başımızda da çok bilgili bir rehber bizi gezdiriyor hissi verdi. Teşekkürler.

Ayşe Gençer dedi ki...

Eren güzel yorumunuz için teşekkür ederim

Sevilay dedi ki...

Çok güzel yazıların Ayşe Abla.Silopi gibi bi ilçede yazılarını okumak süper bi motivasyon oldu bana.Çok eğlenceli bi tarzın var.Bilgilendirmesi de cabası :)) Her zamanki gibi yaptığın işin hakkını vermişsin tebrikler...