Ne anlamlı bir söz değil mi? Bu bir Amerikan atasözü. Yazıma neden bir Amerikan atasözü ile başladım acaba?
Moskova'ya ilk geldiğim dönemde (ramazan boyunca bir ay kadar) zamanımın çoğunu kampta geçirdiğim için, eşim akşam gelip "Bugün ne yaptın?" diye sorduğunda, aynı cevabı vermekten bıkıp, sıkıcı geçen günümün yerine daha renkli olan "Bugün Putin'lere çaya gittim.", "Bugün piskopos iftara çağırdı." gibi uydurduğum davetlerden biri gibi bir davet aldım. Amerikan Büyükelçisinin hanımı sabah çayına çağırdı. Ne alaka mı?
Bu hafta mimari yürüyüş grubunun liderinden bir mail aldım. Grubun diğer bir üyesi olan Amerikan Büyükelçisi'nin eşi bu hafta bizi davet ediyor diye. Bende yarını planladım ve bu fırsatı kaçırmadım. Buluşma yeri Arbat'taki (Arbat, bizim İstiklal Caddesi gibi trafiğe kapalı turistik bir cadde) elçiliğin önü. Bu arada gitmeden önce davetli listesini ve pasaportlarımızın yanımızda olmasını istedi elçilik güvenlik gerekçesiyle. Buluşma yerine vardığımda yaklaşık yirmi kişilik grubun Arbat caddesine doğru hareketlendiğini görüyorum. Büyükelçinin eşi gruba liderlik yapıyor. Arbat'taki bazı önemli noktalara götürüyor bizi ve bilgiler veriyor. Arbat; Puşkin, Scriabin gibi önemli kişilerin yaşadığı çok eski, tarihi bir bölge. Sokak ressamları ve müzisyenleri buranın en önemli renklerinden biri.
Sokak çalgıcılarını şehre renk kattıkları için destekliyor ve yine boş geçmiyorum.
Bir süre sonra Amerika'dan gelen Rusya'daki kilise mimarisi konusunda uzman olan bir profesör katılıyor gruba. Bizi Spasopeskovski Pereulok'taki Kumdaki Kurtarıcı Kilisesi'ne götürüyor ve hakkında bilgi veriyor. İçine girdiğimizde ayin yapılıyor. Soprano hanımlar ilahiler (benim tahminim) söylüyor. Bir masanın üzerindeki tabakta ekmek parçaları var ve fincan gibi bardaklara porselen çaydanlığa benzer bir şeyden ne olduğunu anlamadığım bir içecek koyuluyor. Koyu renkli ama şarap mı çay mı bilemiyorum o kadarını. Soruyorum ama daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi grup olarak gittiğim kişiler de genellikle turist gibi olduklarından ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar içeçeğin. Kilisenin önünde Puşkin'e ithaf edilen ve içinde bir heykelinin de bulunduğu bir bahçe var.
Arbat'ta yapılan küçük mimari yürüyüşün ardından kilisenin hemen yanında olan Amerikan Büyükelçiliği'ne yol alıyoruz.
Daha önce Uruguay Büyükelçisinin konutuna da gitmiştim ama o zaman taze çiçek arajmanı yapmak olduğundan amacımız, aktiviteyi yapacağımız yemek odasına gözüm önümde girip aynen öyle de çıkmıştım. Ama burada birazdan anlayacağınız üzere durum farklı. Elçinin eşi son derecede nazik ve mütevazi bir hanım. Ev pardon ne evi malikane hakkında bilgiler veriyor ve rahat olmamızı istiyor. Profesör binanın mimarisi hakkında da bilgilendiriyor bizi. Malikane, Neo Klasik (ilk bakışta antik Yunan dönemini hatırlatan), Art Nouveau(doğa figürlerinin, canım, vitrayın kullanıldığı stil) ve Rokoko(oya gibi detaylı,gösterişli süslemeler) mimari stilleri ile konut olarak 1913'de yapılmış. 1933 yılından itibaren de Amerikan Büyükelçiliği'ne ev sahipliği yapmaktaymış. Aşağıdaki resimler girişe ait.
Ev saibesinden resim çekmek için izin istiyorum. Ve artık o andan itibaren tutmayın beni. Grup mimari yürüyüş grubu olduğundan evin mimarisi ile ilgilenmemiz konusunda rahat olmamızı istiyor ev sahibesi. Ben de bu vizeyi aldıktan sonra hakkını veriyor ve sanırım sizi de orada hissettirecek ölçüde resimler alıyorum. Ne dersiniz? Aslında benden başka kimsede göremiyorum benim gibi resim çeken. Sadece bazıları oturdukları yerde çektiriyorlar. Aslında gelenlerin çoğu başka elçiliklerden. Belki de bu yüzden kendilerini resim çekmek konusunda rahat hissetmemiş olabililirler diye düşünüyorum. Hatta bazılarının resimlerini mail atmak üzere ben çekiyorum.
Bu kadar resim çekmiş olduğumdan sanırım bir hanım geldi ve "Resim çekmeyi çok seviyorsunuz galiba. İsterseniz resminizi çekeyim." diye teklifte bulununca bunu geri çevirmiyor ve aşağıdaki resmi çektiriyorum.
Şimdi sıra yemek ve balo salonunda. Bu salon da çok güzel. Dans salonu o kadar büyük ki aslında burada verilecek bir resepsiyona katılmak da güzel olurdu.
İşte bu resim sanırım eşeğin kulağına su kaçırdığımın delilidir. Bu yemek ve dans salonunda yalnız başıma resim çekerken içimden etrafta kamera var mıdır? CIA, "Napıyor bu kız?" diye benden şüphelenip, peşime bir ajan takar mı ya diye sorgulayıp tıpış tıpış çıkıyorum bu odadan.
Eeee çok çalıştım. Biraz oturup dinlenmek benim de hakkım. İkram edilen güzel kurabiye, kanepe, meyvelerden alıp biraz da sosyalleşeyim diyorum. Sohbete dalıp yeni arkadaşlıklar kuruyorum.
İşte benim Perulu arkadaşım Marcela!
Bu kadar dinlenme yeter haydi görev başına! Blogdaki okuyucuları unutmak olmaz değil mi?
Son derece nazik ve misafirperver ev sahibesinden sanırım tüm konuklar da benim gibi etkileniyor. Eve gelip resimlere baktıktan sonra, sağı solu çekmekten bu nazik hanımı görüntülemeyi unuttuğumu farkedip biraz hayıflanıyorum ama neyse artık mimari yürüyüş grubunda çeker sizinle tanıştırabilirim sanırım. Yaklaşık iki saat süren bu gezinin ardından akşam eşim "Bugün ne yaptın?" diye sorduğunda içinde espri olmadan vereceğim cevap şimdiden yüzümü gülümsetiyor ve "Hayat bazen tatlıdır!" dedirtiyor.
3 yorum:
valla güzelmiş ben beyendim hem caddeniz de istiklalden güzel ben istiklali sevmiyorum çok kalabalık bütün insanlar sanki üzerime geliyor:(
İstiklal nerede Arbat nerede!!! Ben gözünüzde canlansın diye benzettim yoksa güzel Beyoğlumuzla yarışacak nitelikte değil Arbat bana göre...
Görüntüler muhteşem zaten Rusyaya karşı ilgim vardı fazlasıyla gideriyorsun merakımı. hiç ev sıcaklığı yok müze havasında ama orda nasıl yaşanır? Büyükelçi hanım adına üzüldüm(dermişim) :)
Yorum Gönder