Bolşoy'da Tosca'ya Gittim, Gördüm, Beğendim

 Bolşoy geçirdiği bir yangın sonrası, tadilat için kapatılmış ve temsiller hemen sol tarafında yapılan yeni salonda gösterilmeye başlanmış. Bunu buraya gelmeden önce öğrenmiştim. Dolayısı ile sürpriz olmadı  Bolşoy'un kendi binasındaki salonunu görememek. Onun kadar olmasa da bu salon da görülmeye değer. Bir ay öncesinden aldığım biletle bu binayı ve Tosca operasını  seyretme vakti geldi. Aslında bu gösteriye, Bolşoy'da olması münasebetiyle, Pretty Woman'da Julia Roberts'ın giydiği gibi uzun bir tuvaletle gelmek ne hoş olurdu. Tatlı dilekler bir yana geç kalıp atmosferi yeterince yaşayamamak endişesi ile temsilden yarım saat evvel tiyatroya giriş yapıyoruz. Vestiyere eşyalarımı bırakırken yerimiz balkonda olduğu için 50 Ruble (yaklaşık 2,5 TL) karşılığı verilen opera dürbünümü alıyorum. Hmm işte havaya girmeye başladım bile. Bir yandan çizmeleri çıkarıp rugan ayakkabıları giyiyorum bir yandan da etrafı, insanları tarıyorum. Malesef etrafta operaya geliyorlar diye öyle özenerek giyinen fazla kimse gözüme çarpmıyor. Acaba dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir şey var mı, yoksa filmlerde mi böyle göstermelik giyiniyorlar?  Bilen varsa lütfen bunu lütfen bizimle  paylaşsın. Giriş salonu gerçekten zarif. Avizeler ve aydınlatma her zaman olduğu gibi ortamın güzelliğinin en önemli sırrı. Giriş kattaki kafede, beş ayrı bölümde; havyarlı, somonlu kanepeden içkiye kadar çeşit çeşit yiyecek ve içecek bulmak mümkün. Burası pek populer. İğne atsan yere düşmez neredeyse.

 

Yavaş yavaş yerimizi alalım düşüncesiyle çıktığımız merdivenlerde gördüğümüz avizeler takdire şayan zerafette doğrusu. Binada görsel olarak aklında ne kaldı, neyden etkilendin diye soracak olursanız cevap kesinlikle avizeler olur. Tıpkı bu merdiven boşluğunda, salon girişlerinde ve tiyatro salonunun ortasındaki devasa avizede olduğu gibi...

 

Aslına bakacak olursanız bu yazıya şöyle bir başlık atmayı çok isterdim. Gittim, Gördüm, Bayıldım... Beğendim ama malesef bayılmadım. Işıklar, dekor, kostümler ve sanatçıların performansına diyecek söz yoktu ama sanırım beklentim çok yüksekti. Bu arada orkestra tam anlamıyla muhteşemdi. Ona kesinlikle bayıldığımı söyleyebilirim. Bir de ikinci perde de sahne arkasından gelen kadın vokal gurubu oldukça etkileyiciydi.
Geçen sene haftada iki gün derse gittiğim öğrencilerimden biri, Kadıköy'deki Süreyya Operası'nın hemen yanında oturması münasebetiyle, izlediğim opera ve balelerin sayısının önceki yıllara kıyasla ciddi şekilde artmasına neden oldu. Zaten eşim Moskova'da olup beni evde bekleyen kimse olmadığından temsilden beş dakika önce çıktığım dersimden koştur koştur gişeye gidip hangi temsil varsa (hatta bazen neye bilet aldığımı araştıracak vakit bile olmuyordu ve bir keresinde aynı gösteriye ikinci kez bilet almıştım)  ona bilet alıp bir çok temsili seyretme fırsatı buluyordum. Buna istinaden izlediğim operaları düşününce Tosca'nın bende İstanbul'dakilerden daha büyük bir tesir yapmadığını söylemeliyim. 


Sevgili Atatürkümüzün en çok sevdiği operalardan biri olan Giacomo Puccini'nin Tosca Operası tam  anlamıyla trajik bir eser. Olay, 1800 yılının Haziran ayında Roma'da geçmekte ve üç perdeden oluşmakta. İlk perdede, üst düzey bir devlet görevlisi olan Angelotti, siyasal suçlardan dolayı hapsedildiği hapisaneden kaçar ve bir kiliseye gelir. Zangoç (kilisede çan çalmakla görevli kişi) geldiğinde saklanır. Zangoçtan sonra Angelotti'nin  ressam arkadaşı da kiliseye gelir. Ressam Mario orada sevdiği kadın olan Tosca'ya benzeyen bir kadının resmini yapmaktadır. Zangoç gittiğinde Angelotti ortaya çıkar ve ressam arkadaşı Mario'dan kendisini saklaması için yardım ister. Bu arada  Tosca gelir ve kapının kilitli olmasından sevgilisi Mario'nun onu aldattığı şüphesine kapılır. Mario sevgilisini ikna etmek için ona olanları anlatır ve arkadaşını evlerinin bahçesindeki kuyuda saklayacağını söyler. Bu arada polis şefi Scarpia, Angelotti'nin peşindedir.


İkinci perdede polis şefi, Angelotti'yi bulamaz ama kilisede bir araştırma yapınca ressam Mario'nun ona yardım ettiğini anlar ve Mario'yu yakalar. Angelotti'nin yerini söylemesi için ressama, sevgilisi Tosca'nın da acı seslerini duyacağı şekilde işkence eder. Bu duruma dayanamayan Tosca polis şefine Angelotti'nin yerini açıklar. Tosca, polis şefine sevgilisinin hangi koşulla nasıl serbest bırakılacağını sorar ve  sevgilisinin özgürlüğüne karşılık polis şefinin ona sahip olmak istediğini öğrenir. Başta buna karşı çıkan Tosca, Angelotti'in yakalanıp öldürüldüğünü duyunca sevgilisinin hayatından endişe edip teklifi kabul eder. Ama ondan sevgilisinin özgür olduğunu  ifade eden bir mektup yazmasını ister. Mektubu alınca masadaki bıcağı görür ve polis şefine sarılırken onu bıçaklayarak öldürür.


Üçüncü perdede ise Tosca elinde özgürlük mektubu ile sevgilisini kurtarmaya gider. Ressam Mario, Tosca'ya idam taklidi yapılacağını söyler. Sonra askerler ateş açar. Mario yere yığılır. Başta onun numara yaptığını düşünen Tosca, polis şefinin onu aldattığını ve idamın gerçek olduğunu anlar ve bu acıya dayanamayıp kaleden atlayarak intahar eder.  Ne trajik bir son!


Hikayenin ne olduğunu araştırıp gidince opera seyretmek gerçekten haz veriyor. Hele de Tosca'daki gibi trajik bir hikaye olursa oldukça ilgi çekici olabiliyor. Temsilde ilgi çekici olan başka bir şey de selamlama bölümüydü. Her perdenin sonunda o perdedeki ana kahramanlar perdenin önüne gelip seyirciyi selamladılar. Bu bizim Türkiye'den alışık olmadığımız bir durum. Ve tüm oyuncular selam vermiyor sadece ana karakterler selamlıyor seyirciyi. Örneğin, sadece ilk perdede görünen Angelotti seyirciyi selamlamadı ve ikinci perde de rolü biten polis şefi ikinci perdenin sonunda seyirciyi selamladı ve bir daha da görülmedi. Bilindiği gibi Türkiye'de başrolden yardımcı karakterlere kadar bütün sanatçıların oyunun sonunda hep beraber seyirciyi selamlamaları alılagelmiş bir gelenektir bizim temsillerimizde.  Perde ortasında hoşa giden bir yerde oyunu kesip alkışlamak tıpkı bizde olduğu gibi Bolşoy'da yapılıyor.


Temsil sırasında dikkatimi çeken bir şey tesadüf müdür bilemiyorum ama sanatçıların hepsi (polis şefi  belki hariç tutulabilir) kilolu olmasıydı. Hakan Aysev'i, Favorotti'yi ve diğer bir çok başarılı opera sanatçısını düşününce bu sadece bir tesadüf mü yoksa kilonun sese bir etkisi oluyor mu diye düşünmeden edemiyorum.


Bolşoy'da açılışı Tosca ile yaptıktan sonra sıradaki performans 16 Mart'ta "Don Kişot" balesi. Üstelik bu performans Kremlin Sarayı Tiyatrosu'nda olacağından merakım bir kat daha artmış durumda.
Bu operada Atatürk'ü o kadar çok etkileyen şeyin ne olabileceğini düşünüp onu anlamaya çalışarak seyrettiğim Tosca operası sonrasında içimde üniversite yıllarımdan ukte kalmış bir şeyi yapmanın sevinciyle rahatlıyor ve bir sonraki temsili seyretmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.


Bolşoy Tiyatrosu ile ilgili diğer yazılarım:

2 yorum:

fatih dedi ki...

Gercekten cok guzel bir yazi olmus ellerine saglik gorduklerimizi aynen aktarmissin bence de cok guzel ve gorulmesi gereken bir yer farkli bir havasi var fotograflarda guzel cikmis

Nesibe dedi ki...

Salon gerçekten büyüleyici, öyle bir ortamda vasat bir gösteri bile insana süper gelebilir... sizin resimleriniz de süper..