Bir Dünya Kültür Mirasının Ev Sahibi Kolomenskoe'yi Geziyoruz

Thanks to Phoebe Taplin for this trip 
İstanbul dönüşü Moskova gezilerime dünya kültür miraslarından birinin bulunduğu, Moskova'da gezilecek yerlerin başında gelen Kolomenskoe (Коло́менское) Parkı  ile kaldığı yerden devam ediyorum. Bugün Phoebe (The Moscow News'în gezi yazarı) bizim için Komolenskoe'yi de  içine alan yine çok güzel bir gezi rotası hazırlamış. Buluşma yerimiz metroda koyu yeşil hat üzerinde bulunan Kaşirskaya (Каширская) yani asıl hedefimiz olan Kolomenskoe durağından bir sonraki durağın çıkışı.  Merkezden geldiğinizi düşünürsek,  indiğiniz trenin kuyruk kısmı tarafından dışarıya çıktığınızda bir park karşılıyor sizi. Yapmanız gereken parktaki yürüyüş yolunu takip etmek. Bu şekilde parkın içinde yürüme fırsatı yakalamış, muhteşem ahşap sarayı görmüş, Kolomenskoe'ye arka kapıdan girmiş, yürüyüşü tamamlayınca ön kapıdan çıkmış ve bu şekilde aşağıda sizinle resimlerini paylaştığım güzellikleri de bonus olarak bu geziye katmış oluyorsunuz. Buraya yaptığım daha önceki gezide parka ana kapıdan girmiş, biraz da arka tarafta devam edip etmediğini ve oradan çıkışı olup olmadığını bilmediğimden orta noktaya kadar gelip yine aynı rota üzerinden geri dönmüştüm. Oysa bugünkü gezi rotası ile enerjinizi geri dönüş yolunda harcayacağınız yere, devam ederek yeni yerler görmeye ayırmış oluyorsunuz ki bu da geziyi çok daha keyifli ve verimli yapıyor. Yürüyüş yoluna Hansel ile Gratel'in yaptığı gibi ekmek atmadım ama  aynı rotayı takip etmek isterseniz fotografları yürüyüş sırasına göre koyduğumdan bu, gidiş güzergahını anlamanıza yardımcı olmak üzere ekmeklerin yerini tutacaktır sanırım.
Parkın yürüyüş yolunu takip ettiğinizde kısa bir süre sonra 17.yy yüzyılın ikinci yarısından kalma Rus ahşap mimarinin en güzel örneklerinden biri olan fantastik Çar Aleksey Mikhailoviç Sarayı çıkıyor karşımıza. Çarın yazlık olarak kullandığı, 250 odası ve 3000 penceresi olan bu saray, ne çivi ne de testere kullanılarak sadece baltalarla yapılmış ve o dönem  Rus marangozluğunun bir mucizesi olup dünyanın sekizinci harikası olarak anılmış. Vay bee diyorum ve bir gün sarayın içini de gezmek ümidiyle bu kısmı geçiyorum.


Bu saraya ait aşağıdaki üç resimi malesef ben çekmedim buradan  ve buradan edindim. Grup olarak gittiğimizden ve benden başka resim çekmeye pek hevesli olmadığından bu iş için fazla zaman bulamıyorum.




Sarayı geçince yürüyüş yolundan gezimize devam ediyoruz. Mayıs ayının gelmesiyle Moskova'nın en güzel mevsimi de başlamış oluyor. Her taraf yemyeşil, çiçek açmış ağaçlarla ve çoğunluğu lale olan çiçeklerle bezeli.



Bu ev, ahşap saraydan sonra pek çekici gözükmüyor olabilir ama çok şirin ağaçlar arasında bir ev olduğu için ilgimi çekiyor. O bölgede olduğundan, muhtemelen öğrenemediğim bir hikayesi de vardır. Ayrıca ahşap evin bazı yerlerinde çatı pencere pervazında olduğu  gibi güzel detaylar var.


Buradan sonra ağaçlıklı yola giriyor, mis gibi orman ve çiçek kokuları içinde yürüyüşümüze devam ediyoruz. Aşağıdaki resimler, Komolenskoe Parkı'na varmak için bu güzergahın çok yerinde bir seçim olduğunun şahidi.









İşte dünya kültür miraslarından olan Yükseliş Kilisesi'nin(The Church of the Ascension ) de içinde bulunduğu 390 hektarlık alan üzerine kurulu, yüzyıllık ağaçlarla dolu bir anıt park olan Kolomenskoe Park'ına giriş yapıyoruz. İlk kez 1336 ve 1339 tarihlerinde yazılı kaynaklarda adı geçen Kolomenskoe, Moskova'nın bilinen en eski yerleişm yerlerinden biriymiş. Çar Michail Fedorovich Romanov döneminde, çarın ve ailesinin en gözde yazlık mekanı olmuş.






Hemen girişte çok mütevazi olan bir mezarlıkla karşılaşınca biraz şaşırmıyor değilim. Üzerindeki yazılara bakınca çoğu 1900 lerin başında yaşamış olan insanlara ait olduğunu görüyorum. Ama bu mezarların kime ait olduğu konusunda kimsenin bir fikri yok. Neyse napalım kimlere ait olduklarını öğrenemiyor, Allah rahmet eylesin deyip bir Fatiha okuyup geçiyorum.



Mezarlığın biraz ilerisinde bir kilise var. Bu arada aklıma gelmişken sizinle de paylaşayım. Belki siz biliyorsunuzdur ama ben katoliklerle ortodoksların haçlarının aynı olmadığını buraya gelince öğrendim. Bu ortodoks kilisesinin üzerindeki haça dikkatle bakarsanız haçın alt kısmında, katoliklerin haçından farklı olarak küçük bir yatay şerit daha olduğunu görürsünüz. Bu arada kiliselerle ilgili  diğer bir detay da ortodoks kiliselerinde insanlar ayakta dua ediyorlar. Oturma yeri bazılarında sadece bir iki bank olarak en arkada hemen duvarın dibinde oluyor. Ama katolik kiliselerinde orta alanda sıra sıra dizilmiş bir çok oturma yeri var ve ayinler sırasında insanlar oturuyor.



İşte bu mezarların çok eskiden kaldığı belli ama kime ait oldukları yine meçhul. Üzerlerinde hangi dönemde yaşadıklarını bile belli eden herhangi bir yazı yok.










İşte burası ön kapıdan gelip ilerlediğim son yerdi geçen yılki gezimde. Burası, Moskova Nehrine karşı banklarda oturup küçük bir dinlenme molası vermek ve eğer varsa yanınızda bir şeyler atıştırmak için ideal bir yer.




İşte bir dünya kültür mirası: İsa'nın Göğe Yükselişi Kilisesi (The Church of the Ascension)! Bu kilise, 1532'de Korkunç İvan (Kremlin diye bilinen ama asıl adı renkli bir pastayı andıran St. Basil Katedrali'ni yaptıran ve sonra mimarının gözlerini ona benzeyen başka bir yapı daha yapmaması için kör eden, zalimliği dillere destan Rusya'nın ilk çarı) olarak bilinen Çar 4.İvan'ın doğumunu kutlamak için yaptırılmış.  Bu yapı aynı zamanda geleneksel ahşap yapılarda kullanılan şekil ve formların, taş yapılarda kullanılan ilk örneği olması açısında da önem taşımış ve Rus kilise mimarisinin gelişimi üzerinde büyük etkisi olmuş. Yapıldığı dönemde 62 metre yüksekliği ile Moskova'nın en yüksek yapısı olmuş. 




Aziz George Çan Kulesi ( The St. George the Victorious Bell Tower) 16.yy da inşa edilmiş ve İsa'nın Göğe Yükseliş Kilisesi'nin  çan kulesi olarak kullanılmış. 2005-2006 yılları arasında restore edilmiş ve bir kiliseye dönüştürülmüş. İsa'nın Göğe Yükseliş Kilise'sinden çıkınca bizi bu çan kulesi önünde güzel bir sürpriz belkiyor. İlk kez kilisenin dışında yapılan bir ayin görüyor ve kısa bir video görüntü alıyorum. Kulağa çok hoş gelen bir ezgisi var. İzlememnizi tavsiye ederim.





1672-1673 yılları arasında imparatorluk topraklarına geçit girişi için yapılmış bu yapı Ön Kapı (The Front Gate) diye adlandırılmış.




Şimdi sıra İsa'nın Yükseliş Kilisesi'nin içine girmeye geliyor. Giriş ücreti 70 Ruble(yaklaşık 3,5 lira). Kültür ve tarih misrası olduğundan sanırım içeride diğerlerinden farklı olarak bir polis memuru var. Kilise'nin içi hayli mütevazi. Aslında mütevazi bile biraz abartı kaçıyor. Hiç bir şey yok desem daha doğru olacak. Ne duvarlarda ikonlar ne bir haç ne de mum! Aslında kilise olduğunu simgeleyen hiç bir şey yok adı dışında. İçeride olan şey bir cam sehpa üzerinde sergilenen sayıları neredeyse onu bulan inşaat kalıntısı küçük taş parçaları. Aynı zamanda içi çok küçük olan bu kilise, tavanının yüksek olması nedeniyle ferah. Ayrıca içinde bir iki karış genişliğinde ama oldukça derin pencereler var. Doğrusu ilk anda bu pencerelerin bu kadar dar ve ve bir o kadar da derin olmasını pek anlamlandıramamıştım. Sonradan öğrendim ki duvar kalınlığı 2,5-3 metreymiş. Bu arada kilisede barkovizyondan bize tarihinin anlatıldığı Rusça hazırlanmış bir video izletiyorlar. Videoda bana ilginç gelen bir kaç şey var: İlki, bir yuvarlak mumluğun içinde uzun bir şamdan mumu gösteriliyor ve sonra aynı mumun üzerine bu kilisenin görüntüsü getirilip örtüştürülüyor. Sanırım bir mumdan esinlenerek o formda yapıldığını anlatıyorlar. Diğeri ise 1900'lü yıllarda feribotlarla buraya bir sürü insan geliyor. Müzikler çalınıyor, önceleri halk dansları yapıp eğlenirken ilerleyen dönemlerde ikili danslar yapıp bir şeyleri kutluyorlar, eğleniyorlar. Ama her dönemde insanlar buraya akın akın feribotlarla geliyorlar. Video bitince görevli üç bayanın üzerindeki geleneksel kıyafetler ilgimi çekiyor ve şükür ki resim için izin koparabiliyorum.

İşte şimdi sıkı durun. İlk kez bizden bir şeyle karşılaşıyorum. Aşağıdaki heykel, 11.yy ve 14.yy'lar arasında Rusya'da ve Doğu Avrupa'da göçebe olarak yaşamış bir Türk boyu olan Kuman'lara (Ruslar Polovets demişler) ait bir mezar taşıymış. 11yy-12.yy'dan kalan bu taş Rus güney steplerinde bulunmuş.



Yanındaki tabelaya göre yaşları  400 ile 600  arasında değişen bu ağaçlar Moskova'nın en yaşlı meşe ağaçlarıymış. Kimbilir kimler gelip geçti önünden ve nelere şahit oldun ey ulu ağaç!




Büyük Petro Kulübesi ( House of Peter I ) 1702'de Kuzey Dvina Nehri'nin kenarına  inşa edilmiş. Çar Petro,  inşa edilen bir kalenin yapımını kontrol ederken bir süre bu kulübede yaşamış. 19. yüzyılda bu kulübe önce Arkhangelske'e, devrimden sonra yapılan  imha tehditlerinden sonra da Kolomenkoe'ye taşınmış, 2008 ise restore edilmiş.



 Mavi kubbeli, altın yıldız süslü, zarif Kazan Kilisesi 17. yüzyılda yapılmış.




İşte  bizim için parkın bittiğini gösteren ana giriş kapısına varıyoruz. Kapı çok zarif. Üst kısmını çok beğeniyorum özellikle. Sanki kiliselerin soğan kubbelerinden bir kesit gibi duruyor öyle değil mi?



Parkın dışına çıktıktan sonra hemen sağa dönüp oradaki yeşil alana doğru yürüyoruz. Yürü de yürü. Bitmiyor bugün bizim Phoebe'nin rotası. Neyse aslında iyi de oluyor. Sağlıklı yaşam için yapmam gereken yürüyüşü böylelikle aradan çıkarmış oluyorum. Bugün biraz yorulduğumu anladınız galiba. Eee ne de olsa küçük ameliyat sonrası yaralı ceylan modunda ilk yürüyüşüm bu, belki de ondandır bu ilk serzenişim kimbilir!



Burada çimler yeni kesiliyor ve mis gibi çim kokuyor bu yüzden.


İşte sonunda kara göründüüü! Oturup soluklanma, bir şeyler yeme- içme  ve İstanbul'dan getirdiğim baklavaları götürme zamanı!






Verdiğimiz neredeyse 45 dakikalık bir moladan sonra üst resimdeki ahşap kafeleri geçip devam edince ahşap yapılarda kullanılan malzemerin sergilendiği bir müzeye varıyoruz. Burada zafer bayramında yapılacak bir müzikal gösterinin provaları da yapılıyor. Bu nedenle bu güzel müzikler, şarkılar eşliğinde gezmek hoş bir anı oluyor bizim için.  


















Bu güzel ahşap mimari müzesini de gezdikten sonra ilk kez gördüğüm bu saçaklı lale çeşidini de fotoğrafımla ölümsüzleştirip gezime son noktayı koyuyorum ve ceplerimde biriken anıları boşaltmak ve ayaklarımı yükseğe kaldırıp şöyle bir güzel dinlenmek için evinim yolunu tutuyorum.

Kaynaklar :


4 yorum:

Ns dedi ki...

Pek ala pek latif olmuşlar. Lakin bir iki yorum akşettirseydiniz tadından yenmezidi.

Gerçekten hoş.

Ezgi dedi ki...

bu zamana kadar bu parki nasil atlamisim cok sasirdim, sarayin ici de ayrica gezilebiliyor degil mi? cok guzel bir saraymis..
ayrica bayagi aciklayici ogretici bir yazi olmus aysecim, gezi programlarini buradan ayarlayacagim artik )))

Nesibe dedi ki...

Yorulduğuna değmiş canım, süpermiş..

fatih dedi ki...

Ellerine saglik canim yazi cok guzel olmus. Gercekten Moskova'da gezilip gorulmesi gereken parklardan birisi bence ve ozellikle de bu mevsimde cok guzel oluyor.