Grip ve migrenle bir hafta boğuşup yatağa bağlı kaldıktan sonra pazartesi günü enerji ile dolup kendimi yollara vuruyorum. Günüm, bir İngiliz bayan liderliğindeki gezi grubumuzla başlıyor. Sonraki aktivitede kullanacağım yoga minderim ve sırt çantamla, detaylarını daha sonra sizinle paylaşacağım 4 saatlik bir geziden sonra, iki saat de "Bones For Life" (Türkçeleştiremediğim için tekrar özür dilerim) dersine katılıp kemiklerim için egzersizimi yapıyorum. Dersten sonra oyalanmadan eve geliyorum. Çünkü bir saat içinde Bolşoy'a gitmek üzere evden çıkmam gerekiyor. O kadar yorgun ve açım ki! Bunun üzerine yemek yiyip iyice ağırlaştıktan Bolşoy'a gitmenin bana bu kadar zor gelmesine inanamıyorum. Gerçi biletlerini bir ay önce aldığım Don Kişot bale gösterisi olmasaydı, sanırım hiç bir şey için bir adım bile atamazdım. İşin daha da kötüsü bütün gece çalışan eşimin işten ancak öğleden sonra saat dörtte eve gelebilmiş ve o geceki çalışma için uykuya ihtiyacının olması. İki saatlik uyku eşime yetmeyeceğinden ondan tabi ki gelmesini talep edemiyorum. Ben de dört saatlik yürüyüş ve iki saatlik ezersiz sonrası o kadar yorgunum ki süslenip püslenmeyi, topuklu ayakkabılarımı yanıma almayı gözüm hiç kesmiyor. Ne bulduysam giyiyor, tam evden çıkmaya hazırlanırken içeriden bir ses duyuyorum: "Bekle! Ben de geliyorum."
Eşim onu kaldırmaya kıyamayacağımı düşünüp saati kurmuş. Beni yalnız göndermeye içi elvermediğinden iki saatlik uykuyla, yarı uykulu bir vaziyette benimle düşüyor yollara, bir düşü gerçek yapmaya. Bu arada eşim kendine gelip çıkana kadar biz bir hayli gecikiyoruz. Gösteri, Kremlin'in bahçesindeki tiyatro salonunda. Bu yüzden güvenlik önlemleri çok sıkı. Güvenlik kapılarından teker teker geçiliyor ve çantalar kontrol ediliyor. Geç kalmamıza rağmen o kadar kalabalık ki sanki tiyatroya değil de stada maç seyretmeye geldik diyoruz ve bu kadar geç kalan olmasına şaşırıyoruz (bu arada izdihamdan ve geç kalmış olmamızdan, güvenlik kontrolünü ancak çıkarken resmedebildik). Hal böyle olunca rahatlıyorum ve bir oh çekiyorum. Bu kadar insan dışarıda kalacak değil ya! Büyük tiyatro binasına giriyoruz. Salon çok büyük olduğundan buna istinaden vestiyer de öyle ve doğal olarak çok kalabalık. Ortalığı bu kadar kalabalık görünce sanki geç kalmamışız gibi bir havaya giriyorum. Sanki perdeleri açmak ve kapıları kapatmak için dışarıdaki onca insanın içeri girmesini ve beni bekleyeceklermiş gibi. Vestiyere montları verdikten sonra başlıyorum sağın solun resmini çekmeye. Sonra eşimin köşede beni beklerken ki bakışlarından farkediyorum ki parterın kapıları kapatılmış ve malesef oyunu balkondan seyretmemiz gerekiyor. Hay aksi olacak şey mi Ayşe? Amma da rahatsın diyorum. Bir yer bulup oturuyoruz. Aslında bale gibi dans performanslarını balkondan seyretmek daha iyi oluyor bence. Sahneye daha hakim oluyorsun ve koreografinin bütününü görebiliyorsun. Mimikler de tiyatrodaki kadar önemli olmadığından aslında kaçırdığın fazla bir şey de olmuyor. Parterda önlerde oturunca kendini gösterinin içinde daha fazla hissediyorsun o ayrı tabi. Bu arada bu tip gösterileri izlemeye gelen, özellikle hanımlardan (bazen de bonus kafa beylerden) bir ricam var. Lütfen tiyatro, opera, sinema gibi sıralı oturma düzenine sahip gösterilere gelirken saçlarınızı kabartmayınnnn!!! Bu gösteride önümde oturan bayan saçlarını bir kabartmış ki sormayın. Lütfen biraz daha empati, biraz daha anlayış... Bana genellikle bonus kafaların arka koltukları denk düştüğünden bu konuda çok dertliyim. Gösteriyi anlatmaya başlamadan önce tiyatro binasına ait resimleri vermenin zamanıdır sanırım.Bu arada belki siz de resimlerde, Kremlin'de olması sebebiyle ihtişam arayacaksınız benim gibi. Malesef hayal ettiğim bir salonu burada da bulamadım.Yeni salondaki kadar bile olsa ihtişam yoktu bu binada. Sanırım ihtişamı görmek için Bolşoy'un kendi binasındaki tadilatın bitmesini ve perdelerini açmasını beklemekten başka şansım yok.
Neyse efendim gelelim Don Kişot'a. Don Kişot, İspanyol edebiyatının en ünlü romanlarından birinden uyarlanmış baleye. Yazarı Cervantes bu romanı, o dönemde İspanya'da çok yaygın olan şövalye romanlarını yermek için yazmış ve 1614 de yayınlamış. Kitap o kadar çok tutmuş ki neredeyse bütün dillere çevrilmiş. Bestecisi Avusturyalı Minkus olup 1861- 1872 yılları arasında Bolşoy Orkestrası’nda solist(kemancı) olarak çalışmış ve bu sırada Moskova Konservatuarı’nda eğitmenlik yapmış. 1864’de Bolşoy Tiyatrosu’nun resmi bale bestecisi olmuş ve yedi yıl kadar bu görevi sürdürmüş.
Eserin konusu ise şöyle: İspanya’da bir köy asilzâdesi olan Don Kişot okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle aklını kaçırır ve orta çağ şövalyeleri gibi ülke ülke dolaşma hevesine kapılır. Bu hevesin nedeni tüm kötülükleri ortadan kaldırmak ve insanları mutlu etmektir. Vefalı yol arkadaşı Sancho’ya onu vali yapacağına dair söz verir. Kaba bir köylü kızı olan sevgilisini güzel ve asil biri olarak kabul eder ve uğrunda türlü maceralara girişir. Don Kişot atına, Sancho Panza da eşeğine binerek yola çıkarlar. Bu arada sahnede bu atla eşeği kanlı canlı görebilirsiniz (İşte eşekle atın da şanslısı böyle oluyor demek ki. Sen kalk da Bolşoy'da bir bale gösterisinde rol kap!). Don Kişot, oldukça hayalcidir ve tüm gördüklerini kafasındaki hayallere uydurur. Yel değirmenlerini insanlara kötülük eden devlermiş gibi görür, üzerlerine saldırır. Bu saldırı sonrasında yel değirmeninin kollarına takılır ve yaralanır. Don Kişot o sahnede cennete bir gidip geliyor. En çok beğendiğim sahnelerden biri burası. Çünkü cenneti çok güzel tasvir etmişler. Müziğin güzelliği de görselliğe eklenince tadına doyulmaz anlar yaşanıyor. Don Kişot yel değirmenlerinden sonra karşılıklı ilerleyen iki koyun sürüsünü (neyseki koyun sürüsü sahnede yok) iki ordu zanneder, zayıf tarafın yardımına koşarak, mızrağını koyunlara saplamaya başlar ve çobanlardan bir güzel dayak yer… Böyle birtakım maceralardan sonra tekrar köyüne döner, ölümüne yakın aklı başına gelir. Aşağıda Bolşoy'un resmi internet sitesinden (http://www.bolshoi.ru/en/) aldığım resimler gösteri hakkında fikir sahibi olmanıza yardımcı olacaktır.
Eserin konusu ise şöyle: İspanya’da bir köy asilzâdesi olan Don Kişot okuduğu şövalye romanlarının etkisiyle aklını kaçırır ve orta çağ şövalyeleri gibi ülke ülke dolaşma hevesine kapılır. Bu hevesin nedeni tüm kötülükleri ortadan kaldırmak ve insanları mutlu etmektir. Vefalı yol arkadaşı Sancho’ya onu vali yapacağına dair söz verir. Kaba bir köylü kızı olan sevgilisini güzel ve asil biri olarak kabul eder ve uğrunda türlü maceralara girişir. Don Kişot atına, Sancho Panza da eşeğine binerek yola çıkarlar. Bu arada sahnede bu atla eşeği kanlı canlı görebilirsiniz (İşte eşekle atın da şanslısı böyle oluyor demek ki. Sen kalk da Bolşoy'da bir bale gösterisinde rol kap!). Don Kişot, oldukça hayalcidir ve tüm gördüklerini kafasındaki hayallere uydurur. Yel değirmenlerini insanlara kötülük eden devlermiş gibi görür, üzerlerine saldırır. Bu saldırı sonrasında yel değirmeninin kollarına takılır ve yaralanır. Don Kişot o sahnede cennete bir gidip geliyor. En çok beğendiğim sahnelerden biri burası. Çünkü cenneti çok güzel tasvir etmişler. Müziğin güzelliği de görselliğe eklenince tadına doyulmaz anlar yaşanıyor. Don Kişot yel değirmenlerinden sonra karşılıklı ilerleyen iki koyun sürüsünü (neyseki koyun sürüsü sahnede yok) iki ordu zanneder, zayıf tarafın yardımına koşarak, mızrağını koyunlara saplamaya başlar ve çobanlardan bir güzel dayak yer… Böyle birtakım maceralardan sonra tekrar köyüne döner, ölümüne yakın aklı başına gelir. Aşağıda Bolşoy'un resmi internet sitesinden (http://www.bolshoi.ru/en/) aldığım resimler gösteri hakkında fikir sahibi olmanıza yardımcı olacaktır.
Kanaatimce gösteri takdire şayandı. O kadar uykusuz olan eşim bile tüm gösteriyi pür dikkat ve beğeniyle izledi. Koreografi, dansçıların estetikliği, hareketlerindeki, yere inişlerindeki yumuşaklık ve enerjileri çok iyiydi. Özellikle kırmızı örtüleriyle İspanyol rodeosunu canlandırdıkları sahne ile cennet sahnesi benim favorilerim arasında. Beklentimin dışında kalan şey ise dansçıların hareketlerindeki senkronizyonun her zaman net olmaması. Demek istediğim yani beklentim, Anadolu Ateşi'nde görmeye alıştığımız o adımları, elleri aynı anda indirmeler, kaldırmalar, yükselmeler, aralarındaki açıklığın kusursuzluğu. Bu arada ilginç olan şeylerden biri, perde arasında herkesin akın akın üst katlara çıktığını görmek oldu. Bu kadar insan nereye gidiyor diye tam bir sürü psikolojisi ve kaşif Dora merakı ile takılıyoruz biz de peşleri sıra. Tam dört kat çıktıktan sonra görüyoruz ki millet bir şeyler yiyip içmeye gidiyormuş. Tiyatro salonunu ve bekleme salonunu kapsayan büyüklükteki bu salonda insanlar metrelerce kuyruk oluşturmuş bir şeyler alabilmek için sıra bekliyor. O an gözüm korkuyor bu sıra ne zaman bitecek de bu insanlar yiyecek-içeceklerini bitirip oyun başlayacak diye. Aslında en iyisi resimleri sizin yorumunuza bırakmak belki de...
Burada görmeye alışık olmadığımız diğer şey de gösterilerin ortasında bir selamlama seromonisinin olması. Perde bitmeden aralarda seyircilerin alkışlaması, kiminin kendini tutamayıp "Bravo" diye bağırması, balerinlerin ve baletlerin izleyicileri selamlaması, baş roller dışındaki balerin ve baletlerin selamlamaması ve çok uzun süren alkışlar. Baktım ki bu alkışlamalarda insanlar kameralarına sarılıp çekiyor ben de onlara uyup bir kaç çekim yaptım. İşte bunlardan biri :
Tüm günün yorgunluğuna rağmen yaşadığımız günün sonunda eşimi metroda işe uğurlarken bu uykusuz haline rağmen benimle bu görsel ziyafeti paylaştığı için ona minnettarlık duyarak güzel bir uyku hayaliyle karanlık gecede evimin yolunu tutuyorum.
Bolşoy Tiyatrosu ile ilgili diğer yazılarım:
2 yorum:
Don Kişot'u bende seyretmiş kadar oldum sayende... yazı harika olmuş... ellerine sağlık canım..
Daha önce hiç baleye gitmemiştim ama bu yazıdan sonra ilk fırsatta gitmeye karar verdim.aradaki uzun alkışlar ve selamlamalarda çok ilginç geldi oyunu sabote eder gibi :
Yorum Gönder